Yokmuş gibiliğin dayanılmaz varlığı

featured
service

Var olmak ikinci bir kişi için maddesel varlık ile ispat gerektirse de, kişinin kendisi için var olduğunu hissetmekile anlamlıdır. Mesele de budur zaten. Değerli deseler ne, varlığınız varlığımızın sebebi deseler ne, eğer siz varlığınızı anlamlı bulmuyor veya yaşadığınızın özel onurunu hissetmiyorsanız hepsi hikaye. İşgal ettiğiniz varlık alanı dahil sizinle ilgili her şey başkaları hesabına işleyen süreçlerin malzemesidir. Gücünüz, mecburiyetlerinize yetti yetti, yoksa çok şeyi yok pahasına feda ederek canı sürümeye merhamet dilenirsiniz.

Var olmak, kişinin tarihi esasında ele alınırsa, belli bir yaşa kadar yön vermek kudretine sahip olmadığı dönemi de kapsar. İnsan hukuken bile belli bir yaşta iradesine hükmeder, kendi kararlarını alır ve varlığını toplumun nazarında saygın edecek hale getirmeye çalışır. Bunda temel amaç da zaten, kendi varlığı özelinde hissettiklerinin toplumun veya kendisine kıymet vermesini canı gönülden istediklerinin alkışına mazhar olmaktır. Hem böylece, toplumun güvenli alanında, nafakasını teminde zorlanmayan, sözü ve eylemlerinden ötürü sürekli olumlulanan, kısacası doyumuna olmasa bile ruhuna yetecek refaha ulaşmış oluyor.

Böyle hal insan açısından o kadar önemli ki, beslenmesinden tutun da gülüşüne kadar herbir şeyin derin anlamını yaratır. Çünkü, yaşatanlık açısından insan varlığının maddesel belliliklerini, yani her alanda ürettiklerini anlamlı bulması kadar manevi varlığının belgesi sayılabilecek duygularını kendi ruhuna yakışır sayması da önemli. Zaten insan bedensel varlığının kahrını ve nazını daha çok duygularının akarını ve etki alanını keyif verecek bir olumluluğa taşımak adına çeker. Bunun elbette, kişi özelliklerine bağlı olarak, takvimi, yöntemleri veya hızı değişebilir, fakat değişmeyen şey, aklı toplumun kabul sınırları içinde bir sağlığa sahip olan kişinin taktir edilmek, anlaşılmak veya anlamlı bulunmak gibi yakıcı ihtiyacı olduğudur.

“İt ile çocuk rağbete dolanır” diyen büyüklerimiz, insana özgü davranışın temelinde yatan belirleyicinin, yukarıda ifadeye çalıştığımız, varlığı kişiye değerli eden şeyler olduğuna işaret etmekteler. İnsanlar bunun için o kadar çok şeyi gözden çıkardılar ki, bunlardan bazıları savaş, cana kıyma, terk, hırsızlık, hırs gibi olumsuzluklar olarak zuhur eder. Çünkü, kendini kabül ettirme adına, şaşırtıcı, gücünü veya onsuzluğun bedelini ortaya koyacak işler yapmayı denemek sınırına gelen bilinç, bazen başka seçeneği hesaba katabilecek iradeden yoksun kalır. Marazi, yani hastalıklı olsa da, bu durum, beşeri varlığın iç alemindeki işleyiş ihtiyaç-dürtü ve müdahili olan bilinçle doğrudan ilgili bir gerçek.

Yediğiniz, içtiğiniz veya hayata müdahil olma potansiyeliniz sizin dışınızdakilerce var kabul edildiği sürece – kendiniz hissetmeseniz dahi – yaşayanlar listelerinde adınız geçer. Bunun anlamlı olması ve ömrünün uzunluğu toplumun bahşettikleri ile desteklense bile kişinin öpöz parçası olan çaba, doğrultu ve irade özgürlüğü ile mümkün. İnsanın kendine anlamlı gelmesinin, toplumsal ilişkilerinde de çekim alanı oluşturacağına inanıyorum. Doğma değil de, insanın kendine yabancılaşmasının önüne geçecek, hayatı bölüşürken özgünlük rengi verecek duruşa ihtiyacı hep olacak.

Argo da olsa, biz buna “omurga” diyoruz;; yokmuş gibiliğin canına okuduğu gibi, anlamı ayağa düşüren minik hesaplara tenezzülü dahi yasaklayan insan iradesi.

İnsan yaşadığı sürece var olmalı Mustafa.

Yokmuş gibiliğin dayanılmaz varlığı