CHP Genel Başkanı sn. Özgür Özel, İmamoğlu’nun gözaltı sürecinden sonra gelişen olaylarla ilgili olarak ‘Ahlaki ve psikolojik üstünlüğün’ kendilerinde olduğunu dile getirdi.
Siyasette psikolojik üstünlük dönem dönem el değiştirir ve genellikle hızlı olarak el değiştirir. Yani bir nevi pinpon maçı izler gibi karşılıklı hamleleri izleriz ve sonucunda tarafların birbirine galebe çalacakları uğrakları bekleriz. Psikolojik üstünlük her zaman kitle konsolidasyonunu gerektirmez bazen yerinde yapılmış nükteli bir vurgu ya da yerinde verilmiş esprili bir yanıt bir an da sizi moral açıdan üstün hale getirir. Bu haliyle kara gibidir, hızlı ısınır hızlı soğur.
Fakat ahlaken üstün olmak çok daha büyük ve uzun verimli bir konumlanıştır. Elbette her siyasi ya da felsefi hareket kendisinin haklı ya da meşru olduğunu savunur. Bunun geniş kitlelerce kabul görmediği anlarda ise muhayyel bir zaman diliminde bunun mutlaka gerçekleşeceğine dair bir inançla hareket eder. Esasen her zafer hedefi öncül olarak bir toplumsallaşma ve vicdanlarda yer edinme evresini içerir. Ahlaken üstünlüğünü kitleselleştirmiş bir hareket uzun erimli bir vicdani ivme de kazanır. Yani ahlaki üstünlük okyanus gibidir, geç ısınır geç soğur.
Mağdur ya da mazlum durumunda olmak her zaman sizleri ahlaken üstün yapmaz. Muadiliniz ya da rakibinizin değil de başkaca bir mecranın bu tür gaddarca tavırlar içinde olduğu durumlar olabilir. Fakat İmamoğlu meselesinde açık ve net olan bir şey vardır ki, o da bahsi geçen davaların toplum tarafından asla iktidar tarafından dile getirilen saiklerle ele alınmadığıdır. Yani toplum nezdinde ne diploma, ne ‘kent uzlaşısı’ ne yolsuzluk ne de ahmak davası hukuki olarak değil siyasi olarak açılmıştır kanısı hakimdir. Bu da hangi dünya görüşünden olursa olsun insanların; iktidarın gücün gölgesine sığınarak rakiplerine yaptığı zorbalığı yalın bir gözle göstermekte ve vicdanlarını kanatmaktadır.
Dünyanın siyasi kazanım elde etmiş bütün hareketlerinin yaslandığı güç ahlaki üstünlüktür. Bu sayede insanlar büyük bedeller ödemeyi göze alırlar. Bu nedenle gençler zindana girmekten korkmaz ve birbiriyle dayanışırlar.
Filistinli bir çocuğu, tepeden tırnağa kuşanmış bir İsralli asker karşısında sarsılmaz bir inançla dimdik tutan şey işte bahsi geçen ahlaki üstünlüktür. İşten haksız yere atılmış bir işçiyi buz gibi havada direniş çadırında tutan, başörtülü genç kızı üniversite kapısında polis jopuna rağmen bir adım geri attırmayan, Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Teyze’yi bir saniye dinlenmeden tüm Türkiye’de gezdiren, Deniz Gezmiş’e idam sehpasında sesini bile titrettirmeyen, Mustafa Kemal’e ‘Ben size ölmeyi emrediyorum’ dedirten şey ahlaken üstün oldukları bir mücadele içerisinde olmalarıdır.
İktidardakilerin en büyük sorunu hem halka, hem halkın değerlerine yabancılaşmalarıdır. Hatta ileri giderek kendilerine bile yabancılaştıklarını söyleyebiliriz. Her ne kadar demokrasiyi bir araç olarak gördüklerini lider düzeyinde defalarca dile getirseler de bunu içselleştirmiş vicdanlı insanların da dönem dönem bünyelerinde bulunduğunu bildiğimden, bu eleştirdiğine benzeme halinden dolayı kendilerine de yabancılaştıklarını ifade edebiliriz.
28 Şubat sürecinde siyasi ve askeri gücü elinde bulunduranların, sivil siyasete verdikleri ayarlardan ve darbelerden en çok çekenler olduğunu söyleyen bir siyasi hareketin daha barışçıl ve daha tahammüllü ve de daha demokrat olmasını bekleyebilirsiniz. İktidara geldikleri ya da iktidarı tam olarak aldıkları ana kadar devletin her doğal refleksine ‘Bürokratik Oligarşi’ diyenlerin parti devleti teamülleriyle siyasi rakiplerine uyguladıkları muamele asıllarına rücu ettikleri şeklinde mi yorumlanmalıdır?
Ahlaki üstünlüğün iktidar tarafından kaybedildiğini, iktidarın yıllarca eleştirdiklerinin daha beter bir kopyası haline geldiğini ve buradan kazanılacak hiç bir zaferin kalmadığını ise Aliya İzzetbegoviç şu sözüyle bize hatırlatıyor: Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.