İnsan inanabilendir. İnanır daha doğrusu.
Bizde, sarıl da kara taşa sarıl denir, niye, çünkü onsuzluk kabule dayalı güven duygusundan mahrum eder insanı. Bu mahrumiyet, beşerin şereflisi diye addedilen insanı telaş, korku ve en kötüsü de boşluğun yıpratıcılığına mahkum eder.
Bütünü olmasa bile, inançları imanın tornasından geçen insan, ipine tutunduğu, güvendiği ve duyu organları ile algılayıp farkında oldukları dahil, öteki herbir şeyin kendi ile dengeli münasebetini sağlayan (ilmin de didiklediği) gücün kullanıcı sahibi hakkında, aklını veya gönlünü müsterih kılması lazım ki engin olabilsin. Yani, ferahlasın, genişlesin, beşeriyetinin dünyalık gereklerini yerine getirebilsin.
Bu hal çok önemli.
Akıl tecrübeyi, dolayısıyla bilgiyi kullanır, akletmek bu sebeple iman bağında bir oluştur. Bilgi, iman düzleminde kişisel özerklik yaratan insan edinimidir; bu durum davranışın etkileyenini bilmek olarak işaret etse de, davranışın haddini, imanın sınırladığı, inanç/bilinç unsurları belirler. İnanç veya bilinçle bağdaşmayan her hal huzursuzluk yaratır.
Davranış veya fikrin tezahürüne sebeplik eden veriler, derleme, sanı olsa, hatta rastgelelik içerse bile, uyku sınırına kadar anlamlılık ve içe sinerlik eleğinden geçmiş olacak ki baş yastıkta deliksiz uyku ile sabaha çıksın.
İnsanı, inançlarıyla, bulunduğu toplumun temel değerleriyle ve bünyesiyle uyumlu eyleyen en önemli şey farkındalık itkisiyle kendini belli eden değişebilirliktir.
Başta değindiğimiz, dengeli münasebeti sağlayan gücün kullanıcı sahibinin, insan fıtratına aykırı bir dayatması olmayacağını baştan bilmesi de, değişime ve uyuma yatkın kılıyor insanı. Yani insan, külli iradenin azameti ve ihtişamı altında, ezilmiş, kendini yok sayarak, büzülüp bir kenarda ölümü bekleyen canlı değil, beşeriyetin hız, hareket, oluş ve değişimi içeren çok boyutluluğunun kültürünü inşaa eden, literatürünü oluşturan, yarınlara aktaran müdahil bir gerçektir.
Bu gerçeğin, en belirleyici gerçeği de ölümdür. Bizim imanımız, esasıyla, nasip edilen ömrün bitiminde, emaneti sahibine teslim etmekle son bulan dünya hayatı, tamahkarlığın ve biriktirmenin de usulü dairesinde uyarılarla men edildiği imtihan süreci olarak algılanır.
Bişeycilik dediğim niteleme, tam da bu sürecin konusu. Bişeyci de birici gibi, ötekiyle, rahmanilikten uzak, ruh üşümüşlüğünde, yani ruhsuz münasebeti yeğler. Bunun, aşırılıklar içeren olumsuzluk olduğunun farkına varsa bile, tamahkarlığından beslenen halin gerekleri buna bağlıdır ve ötekinin mağduriyetine kör vaziyette, saklı ve bencil davranır.
Biriktirme, dengeli bir ruhun, sevgi ve yaratılış esaslı örgülenmiş toplum ilişkilerinin bozucularındandır. Yaratılıştan kastım, herkesin ademin sülbünden geldiğine inananmakla başlayan, birbirini sevmemin ve birbirine muhtaçlığın kader olduğuna dair şüphesizliktir. Türkmen kocasının ilke saydığı, yaratılanı yaratandan ötürü sevme önerisinin sebebi de budur. Hakkına, hukukuna, canına, malına, düşüne ve düşüncesine saygıyı da bu sebeple görev bilir. Koşulsuz sevgi ve imkan eşitliği dahilinde, engelsizliği herkes adına inşaa etme gururuyla hareket eder.
Dünyanın her tarafında durum böyledir; insanı, aynı ananın sütünden beslenen, aynı yaratanın emanetini taşıyan olarak bilenden farklı davranış, idealde beklenmez elbette.
Seven, sayan ve kendi ile aynı yolun yolcusu olduğunu düşünen biri, diğerinin aleyhine olmak kaydı ile ihtiyacının çok çok fazlasını biriktirir mi? Hayır.
İnsanın, bireysel sapmaları içinde bir çok şey, tıbben hastalık yaftasını yemiş, ilaçları, düzeltim ve rayına oturtmak yöntemleri geliştirilmiş bir dünyada, çözümsüzlük halen alanında bir numara ise, işe farklı açılardan bakmak gerektiğini düşünenlerdenim.
Bu açılar elbette kişi ve toplumsal gerçeklere göre değişik derecelerde olsa da, herbirinin gördüğü alanın tam ortasında insan ve kesin çözümsüzlüğü ile buluşmaya doğru yuvarlanan dünyası var.
Sözü uzatsam da, bunu demek istedim.
Biriktirdiklerini, görmezden geldiklerinin hakkından tedarik edenlerin ruhları, iman tahtasının ardındaki örtülü gerçekle buluşmadıkça, ne biricilik, ne bişeyciliğin kandırıcılığı ile baş edilebilir.
Dermanın formülü basit ve gereği kolay; komşusu açken kendisi tok yatmayan olacağız, çocuklarımızın karakterini/kişiliğini de bununla süsleyeceğiz.
Madem dünya üç günlük, öyle ise şu üç günlük dünyada, var sandıklarımızın kargaşasında arayıp durduğumuz mutlu sona, iyi niyet ile doğru davranışı örtüştürerek iyi ve doğru ile düşünceyi/anlamlılığı taçlandırarak erişileceğini düşünüyorum.
Yeteri kadarla yetinmek, kanaat ehli olanların başarabildiği aşkınlık.
Dolayısıyla, yük olan fazladan feragat etmek için kanaat ehli olmak gibisi yok.