Kanaat Ehli Olmak Gibisi Yok

featured
service

İnsan ina­na­bi­len­dir. İnanır daha doğ­ru­su.

Bizde, sarıl da kara taşa sarıl denir, niye, çünkü on­suz­luk ka­bu­le da­ya­lı güven duy­gu­sun­dan mah­rum eder in­sa­nı. Bu mah­ru­mi­yet, be­şe­rin şe­ref­li­si diye ad­de­di­len in­sa­nı telaş, korku ve en kö­tü­sü de boş­lu­ğun yıp­ra­tı­cı­lı­ğı­na mah­kum eder.

Bü­tü­nü ol­ma­sa bile, inanç­la­rı ima­nın tor­na­sın­dan geçen insan, ipine tu­tun­du­ğu, gü­ven­di­ği ve duyu or­gan­la­rı ile al­gı­la­yıp far­kın­da ol­duk­la­rı dahil, öteki her­bir şeyin kendi ile den­ge­li mü­na­se­be­ti­ni sağ­la­yan (ilmin de di­dik­le­di­ği) gücün kul­la­nı­cı sa­hi­bi hak­kın­da, ak­lı­nı veya gön­lü­nü müs­te­rih kıl­ma­sı lazım ki engin ola­bil­sin. Yani, fe­rah­la­sın, ge­niş­le­sin, be­şe­ri­ye­ti­nin dün­ya­lık ge­rek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­bil­sin.

Bu hal çok önem­li.

Akıl tec­rü­be­yi, do­la­yı­sıy­la bil­gi­yi kul­la­nır, ak­let­mek bu se­bep­le iman ba­ğın­da bir oluş­tur. Bilgi, iman düz­le­min­de ki­şi­sel özerk­lik ya­ra­tan insan edi­ni­mi­dir; bu durum dav­ra­nı­şın et­ki­le­ye­ni­ni bil­mek ola­rak işa­ret etse de, dav­ra­nı­şın had­di­ni, ima­nın sı­nır­la­dı­ğı, inanç/bi­linç un­sur­la­rı be­lir­ler. İnanç veya bi­linç­le bağ­daş­ma­yan her hal hu­zur­suz­luk ya­ra­tır.

Dav­ra­nış veya fik­rin te­za­hü­rü­ne se­bep­lik eden ve­ri­ler, der­le­me, sanı olsa, hatta rast­ge­le­lik içer­se bile, uyku sı­nı­rı­na kadar an­lam­lı­lık ve içe si­ner­lik ele­ğin­den geç­miş ola­cak ki baş yas­tık­ta de­lik­siz uyku ile sa­ba­ha çık­sın.

İnsanı, inanç­la­rıy­la, bu­lun­du­ğu top­lu­mun temel de­ğer­le­riy­le ve bün­ye­siy­le uyum­lu ey­le­yen en önem­li şey far­kın­da­lık it­ki­siy­le ken­di­ni belli eden de­ği­şe­bi­lir­lik­tir.

Başta de­ğin­di­ği­miz, den­ge­li mü­na­se­be­ti sağ­la­yan gücün kul­la­nı­cı sa­hi­bi­nin, insan fıt­ra­tı­na ay­kı­rı bir da­yat­ma­sı ol­ma­ya­ca­ğı­nı baş­tan bil­me­si de, de­ği­şi­me ve uyuma yat­kın kı­lı­yor in­sa­nı. Yani insan, külli ira­de­nin aza­me­ti ve ih­ti­şa­mı al­tın­da, ezil­miş, ken­di­ni yok sa­ya­rak, bü­zü­lüp bir ke­nar­da ölümü bek­le­yen canlı değil, be­şe­ri­ye­tin hız, ha­re­ket, oluş ve de­ği­şi­mi içe­ren çok bo­yut­lu­lu­ğu­nun kül­tü­rü­nü inşaa eden, li­te­ra­tü­rü­nü oluş­tu­ran, ya­rın­la­ra ak­ta­ran mü­da­hil bir ger­çek­tir.

Bu ger­çe­ğin, en be­lir­le­yi­ci ger­çe­ği de ölüm­dür. Bizim ima­nı­mız, esa­sıy­la, nasip edi­len ömrün bi­ti­min­de, ema­ne­ti sa­hi­bi­ne tes­lim et­mek­le son bulan dünya ha­ya­tı, ta­mah­kar­lı­ğın ve bi­rik­tir­me­nin de usulü da­ire­sin­de uya­rı­lar­la men edil­di­ği im­ti­han sü­re­ci ola­rak al­gı­la­nır.

Bi­şey­ci­lik de­di­ğim ni­te­le­me, tam da bu sü­re­cin ko­nu­su. Bi­şey­ci de bi­ri­ci gibi, öte­kiy­le, rah­ma­ni­lik­ten uzak, ruh üşü­müş­lü­ğün­de, yani ruh­suz mü­na­se­be­ti yeğ­ler. Bunun, aşı­rı­lık­lar içe­ren olum­suz­luk ol­du­ğu­nun far­kı­na varsa bile, ta­mah­kar­lı­ğın­dan bes­le­nen halin ge­rek­le­ri buna bağ­lı­dır ve öte­ki­nin mağ­du­ri­ye­ti­ne kör va­zi­yet­te, saklı ve ben­cil dav­ra­nır.

Bi­rik­tir­me, den­ge­li bir ruhun, sevgi ve ya­ra­tı­lış esas­lı ör­gü­len­miş top­lum iliş­ki­le­ri­nin bo­zu­cu­la­rın­dan­dır. Ya­ra­tı­lış­tan kas­tım, her­ke­sin ade­min sül­bün­den gel­di­ği­ne ina­nan­mak­la baş­la­yan, bir­bi­ri­ni sev­me­min ve bir­bi­ri­ne muh­taç­lı­ğın kader ol­du­ğu­na dair şüp­he­siz­lik­tir. Türk­men ko­ca­sı­nın ilke say­dı­ğı, ya­ra­tı­la­nı ya­ra­tan­dan ötürü sevme öne­ri­si­nin se­be­bi de budur. Hak­kı­na, hu­ku­ku­na, ca­nı­na, ma­lı­na, dü­şü­ne ve dü­şün­ce­si­ne say­gı­yı da bu se­bep­le görev bilir. Ko­şul­suz sevgi ve imkan eşit­li­ği da­hi­lin­de, en­gel­siz­li­ği her­kes adına inşaa etme gu­ru­ruy­la ha­re­ket eder.

Dün­ya­nın her ta­ra­fın­da durum böy­le­dir; in­sa­nı, aynı ana­nın sü­tün­den bes­le­nen, aynı ya­ra­ta­nın ema­ne­ti­ni ta­şı­yan ola­rak bi­len­den fark­lı dav­ra­nış, ide­al­de bek­len­mez el­bet­te.

Seven, sayan ve kendi ile aynı yolun yol­cu­su ol­du­ğu­nu dü­şü­nen biri, di­ğe­ri­nin aley­hi­ne olmak kaydı ile ih­ti­ya­cı­nın çok çok faz­la­sı­nı bi­rik­ti­rir mi? Hayır.

İnsa­nın, bi­rey­sel sap­ma­la­rı için­de bir çok şey, tıb­ben has­ta­lık yaf­ta­sı­nı yemiş, ilaç­la­rı, dü­zel­tim ve ra­yı­na oturt­mak yön­tem­le­ri ge­liş­ti­ril­miş bir dün­ya­da, çö­züm­süz­lük halen ala­nın­da bir nu­ma­ra ise, işe fark­lı açı­lar­dan bak­mak ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nen­ler­de­nim.

Bu açı­lar el­bet­te kişi ve top­lum­sal ger­çek­le­re göre de­ği­şik de­re­ce­ler­de olsa da, her­bi­ri­nin gör­dü­ğü ala­nın tam or­ta­sın­da insan ve kesin çö­züm­süz­lü­ğü ile bu­luş­ma­ya doğru yu­var­la­nan dün­ya­sı var.

Sözü uzat­sam da, bunu demek is­te­dim.

Bi­rik­tir­dik­le­ri­ni, gör­mez­den gel­dik­le­ri­nin hak­kın­dan te­da­rik eden­le­rin ruh­la­rı, iman tah­ta­sı­nın ar­dın­da­ki ör­tü­lü ger­çek­le bu­luş­ma­dık­ça, ne bi­ri­ci­lik, ne bi­şey­ci­li­ğin kan­dı­rı­cı­lı­ğı ile baş edi­le­bi­lir.

Der­ma­nın for­mü­lü basit ve ge­re­ği kolay; kom­şu­su açken ken­di­si tok yat­ma­yan ola­ca­ğız, ço­cuk­la­rı­mı­zın ka­rak­te­ri­ni/ki­şi­li­ği­ni de bu­nun­la süs­le­ye­ce­ğiz.

Madem dünya üç gün­lük, öyle ise şu üç gün­lük dün­ya­da, var san­dık­la­rı­mı­zın kar­ga­şa­sın­da ara­yıp dur­du­ğu­muz mutlu sona, iyi niyet ile doğru dav­ra­nı­şı ör­tüş­tü­re­rek iyi ve doğru ile dü­şün­ce­yi/an­lam­lı­lı­ğı taç­lan­dı­ra­rak eri­şi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum.

Ye­te­ri ka­dar­la ye­tin­mek, ka­na­at ehli olan­la­rın ba­şa­ra­bil­di­ği aş­kın­lık.

Do­la­yı­sıy­la, yük olan faz­la­dan fe­ra­gat etmek için ka­na­at ehli olmak gi­bi­si yok.

Kanaat Ehli Olmak Gibisi Yok