Bayraksız düğün mü olur?

featured
service

Bayrak, kültür açısından sanıldığı kadarın çok ötesinde bir değeri ifade ettiği sebebiyle , milletlerin gelenekselleşmiş etkinliklerinde en çok onu görürsünüz. Kanıksanmışlığı sebebiyle varlığı çok konu edilmese bile, yokluğu anında dikkat çeker.

Düğünlerimizde, “düğün” ifadesi “bayrağı kalkacak” bildirimiyle birlikte kullanılır. Yani, “yarın düğün başlıyor”dan ziyade yarın bayrak kalkıyor denir bizde. Aileden, topluma, hatta millete kadar birbirine bağlı münasebetin en belirgin nesnelerinden biri olan bayrağın aidiyet temelindeki birliğin başat simgesi olduğu da bir gerçektir. “Al bayrağın dürülü kalsın” biçimindeki kargış bile bayrağın öncelik sırasını netleştirmek açısından yeterli diye düşünüyorum. Köyün veya mahalin, özellikle damadın evini de içeren yapılarının en yüksek bacasına, uzun, sağlam, doğru ve bayrağı taşıyacak sevimlilikte güzel bir direk, ucuna engelsiz salınacak biçimde yerleştirilmiş bayrak olmak şartıyla alkışlar ve dualar eşliğinde dikilir. Gerçekte bu, başladı başlayacak düğünün meşruiyet imzasıdır. Bundan sonraki kına yakma, gelin almaya gitme, yiğitbaşıların karşılaşması, damadın ve gelinin yıkanması, gezdirilmesi dahil her aşamada kesinlikle bayrak birinci öge olarak korunur ve gözetilir. Hatta, yastık yarışları olduğu gibi bayrak yarışları da yapıldığı düğünler yaşanmaktadır.

Kutsallığı millilikten daha öne geçmiş olması muhtemel bayrağın, sembol olarak ifade ettiği genel değerin ve anlamların yaşatılmasından doğal ne olabilir demeyin, bazı zaman herhangi bir sebeple haksızlığı yapıp telafi etmemekte ısrar eden kişilere, genç ise “albayrak görmeyesin”, çocukluysa “Allah çocuklarına albayrak göstermesin” denmesi kadar sıradanlaşmış çok az ifade var. Şöyle bile dense abartı olmaz; bayrağı düğünde görmek kadar ruhu ve sosyal ortamı güvenli kılan etkileyici yok.

Düğün ve bayrak demişken okuduklarımdan aklımda kalan iki tarihi olayı paylaşayım sizinle.

Yer Tarsus, tarih işgal yıllarının başı, yani 1919. O zamanlar Fransızlar ile İngilizler kendi aralarındaki alver işlerindeki dengeyi işgal üzerinden de sürdürmekteler. Tabir yerinde ise biri bırakıyor diğeri alıyor. İlk çıkarmayı Çukurova’ya yapan Fransızların köpeksiz köyde değneksiz gezen berduşlar misali pervasızlıkları bir yana, ilk işleri o zamanki Gümrük Binası’na saldırarak, kapı, pencere ve diğer yerlerdeki ayyıldızları kazmalar, baltalar ve külünklerle söküşleri işgalden ötürü kahrolanları öfkelendirdiği kadar öç almaya da kışkırtmıştı.

Üstüne üstlük, işgale karşı çıkışın önünü kesmek için, yerel halkın gözde insanlarından Hacı Zade Ahmet Efendi’yi, Kadı Tahsin Efendi’yi hapse attıkları gibi, tuzlu su içirip işkence yaparlar, hatta Hacı Zaptiye olarak bilinen bir vatandaşı evinden alıp yağ fabrikasının istim kazanına atarak diri diri şehit ederler.

Bu tür eylemleri gerçekleştiren işgalci tayfanın yerel yardakçılarının aşırı çabası sebebiyle, ta baştan silahları alınan direnici güçlerin kıpırdamasına imkan kalmamış gibiydi. Yine de, polis ve jandarma gücünü yerel işbirlikçilerden oluşturmak çabalarına direniliyor, hatta zamanın Tabur Komutanı Yüzbaşı Haydar Bey Türk gençlerini ve ihtiyat zabitlerini gizliden gizliye jandarma yazılmaları için çağırıyor, bir bakıma Kuvayi Milliye’nin bir kolunu oluşturuyordu. Çukurova, Tarsus ve köylerindeki hareketlenmenin ağırlıklı akış yönü böylece netleşiyor, olan bitenler de hesabı sonra görülmek üzere bir yerlere not ediliyordu. Hatta sağda solda asılı veya yapıştırılmış Türk bayraklarını görmeye dahi tahammül edemeyen işgalciler düğünler dahil herhangi bir yerde bayrak çekilmesine müsade etmiyorlardı. Bir ara, Tarsus’un Pirömerli Köyü’de yaşlıların bayraksız olmasını istedikleri düğüne “düğün bayraksız olmaz” diyerek karşı çıkan gençlerin hakkı olduğunu söyleyerek Fransızların hükümet yasağına “gençlerin hakkı var, çalın davulunuzu, çekin bayrağınızı, ne gelecekse bana gelsin” diyerek ayrı bir direniş gösteren Jandarma Takım Kumandanı Lütfü Bey’den cesaret bulan gençler bayrağı düğünün olmazsa olmazlığından ayırmamışlardır.

Bir ara Fransız komutan, esir alıp, Mersin Kışlası’nın tel örgüleri arasına hapsettikleri direnişçilerin içinde bulunan Adanalı subay Musa Kazım Bey’e esirleri toplaması emrini verir ve kışlaya Fransız bayrağı çekileceğini duyurmasını söyler. Kahraman subayın, hiç düşünmeden verdiği cevabı siz de duyun istedim, işte o cevap:
“Yanılıyorsun kumandan efendi, biz sizin bayrağınıza selam vermemek için bu tel örgülere girdik.”

Yani kardeşlerim, bayrak dediğimiz şey, şekli merasimlerin moda süsü değil, dünü, bu günü ve yarını insanın yüreğini kayım tutan değerlerle buluşturan üst değerlerin simgesidir.

Bütün milletler için bu böyledir, bizimkinin nazlı oluş sebebini anlatmaya yürek dayanmaz gibime geliyor.

Sizin de bilginiz gibi.

Bayraksız düğün mü olur?