Yetmez mi?

featured
service

Sosyal belediyecilik bir süredir sosyal yardım belediyeciliğine dönüştü, tabi ki bu durumun ortaya çıkmasındaki en temel sebep, ülkemiz insanının içinde bulunduğu ekonomik çıkmazlar. Bugün temel ihtiyaçları karşılayabilmek için asgari ücret üzerinden değerlendirdiğimizde bir aileden en az iki kişinin iş sahibi olması gerekiyor.

Akyurt gibi bir ilçede işsizliğin oldukça düşük seviyelerde olduğunu hesaba kattığımızda sosyal yardıma ihtiyaç duyabilmek için kriter ne yazıktır ki işsiz olmak değil. 37 yaşındayım ve çocukluğumdan hatırlıyorum, bir emekli maaşı bile bir aileyi geçindirmeye yeterken bugün bırakın emekli maaşını, öğretmen, doktor, polis gibi çocukluğun hayalleri süslediği meslek sahipleri dahi yoksulluk sınırında yaşıyor.

Esnaf, çiftçi, ekonomiye değer katan çeşitli meslek türleri de neredeyse kazançları ile yoksulluk sınırlarını zorluyor. Bütün bunları üst üste koyduğunuzda Akyurt Belediye Başkanı Hilal Ayık’ın meclis kürsüsünden ifade ettiği yardım alan ‘2 bin 500 ailenin yer aldığı liste’ye şaşırmalı mı?

Yaklaşık 40 bin nüfusu olan, fabrikaların istihdam sağladığı, işsizliğin neredeyse sıfırlandığı, hatta çevre ilçelerden bile çalışanların olduğu Akyurt’ta her 4 aileden biri yardıma muhtaç ise bu durum sorgulamaya değmez mi?

Yardımlara başvuru yöntemleri, yardım almak, teknolojiyle birlikte gelişti, internet üzerinden doldurulan form, size teslim edilen kart ile yardım süreci de hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Geçmiş ile kıyasladığımızda her şeyin hızlandığı gibi yardımlarda hızlandı.

Belediyelerin sosyal sorumluluklarının yanında yerine getirmesi gereken birçok sorumluluğu var. Sağlıktan eğitime, ulaşıma, sosyal donatılara, parklara, çevre düzenlemelerine, kentin türlü inşasına birçok alanda yapabileceği o kadar çok şey var ki, ancak yazılacak bir kitap ile belki taslağını oluşturabiliriz.

Yardımlara ayrılan bütçe ister istemez, toplumsal yaşamın kalitesini de düşürüyor. Toplumun hem bedenen hem de fikren ihtiyaç duyduğu maddi ve manevi alanda kendisini geliştirebileceği alanlara ne yazık ki yeterli kaynaklar aktarılamıyor. Bunun sebebini ‘ekonomik koşullar’ olarak tanımladık ve sadeleştirdik.

Avrupa Birliği’ne üye olma yolunda birçok kamu kuruluşu ya özelleştirildi ya da maddi varlıklarına son verildi. Örneğin, toplumumuz büyük bir heyecanla TOGG’u bekliyor. İlk deneme olan Devrim otomobili TCDD’nin bağlı ortaklığında Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş. (TÜLOMSAŞ) tarafından üretilmişti. Başarısızlıkla sonuçlandı.

TÜLOMSAŞ devletindi, peki ya TOGG, Turkcell, Zorlu, BMC, TOBB ve Anadolu Efes ortaklığında kurulan anonim şirket tarafından geliştiriliyor. Özelleştirilen, satılan, kapatılan kamu kuruluşlarını burada sıralamak için uzun bir liste yapmamız gerekir.

Savunma sanayiinde bile bugün Türkiye olarak yerli ve milli sermayedarlarımızı oluşturma çabası içerisindeyiz. Üretimi geçtik, sağlık bile artık özelleştirildi, örneğin Bilkent Şehir Hastanesi CCN Grup tarafından işletiliyor ve ticari bir bina…

Artık ülkenin, ülke halkının ihtiyaçları özel şirketler üzerinden üretilerek bir pazar olarak görülen halka sunuluyor.

Kişi başına düşen GSMH’den, halkın payına düşse düşse asgari ücret düşer, yoksulluk düşer. Aileden bir kişi çalışacağına, en az iki kişilik karın tokluğuna çalışılacak ucuz iş gücü düşer. Üretecek, çalışacak, kollara, ellere ihtiyaçları var.

Sosyal devlet ilkesinin sorunsuz işlemesi, sosyal yardımlara ihtiyaç duyulmaması için Devletçilik ve Halkçılık ilkelerinin işletilmesi gerekiyor.

‘Sosyal yardımlara mahkum olmak, artık yetmez mi?’ diye sormayalım mı?

Yetmez mi?