ENDİŞEDEN YALNIZLIĞA YİNE İNSAN

featured
service

Şu yalnızlık işini bir daha konuşalım istiyorum.

Dünyada olup bitenlere bakınca, geleceğin yalnızlığı farkındalığı dahi yitirilmiş çaresizlik gibi gözüküyor. Üstelik gürültü, kargaşa ve kalabalığın urlaştırdığı bir çaresizlik.

Çaresizlik ile yalnızlığı birlikte kullanmamın haklı sebebi var. O da şu; yalnızlığı çaresi çok düşünülmeyen dert olarak algılıyorum.

Daha önce huzurevlerini de işin içine katarak konu ettiğim yalnızlığın reklamlı ve kışkırtılan yalnızlığa evrildiğini gözlemlemek mümkün.

Dijital veri paylaşan her ortamın bireyselliğe hitap ettiğini düşünürsek, bu “lüksün” ruhu etkileyebileceği gerçeğini hemen görürüz. Ruh denilen parçamız “beynin konfor alanı” gibi kendine rahatlık veren her bir şeyin, kısa vadeli olup olmadığına bakmadan kullanıcısı, hatta bağımlısı oluyor. Zamanla da bedenin yürüyüşlü, düşünüşlü, üretişli ve bölüşüşlü hareketliliğini umursamıyor.

Ne yapıyor peki?

Maruz kaldığı kontrollü koşulların, iç ve dış uyaranların “doğru” veya “gerçek” de olsa uzağında, vurdumduymazlığa denk bir tekliği seçiyor. Bana değmeyen yılan bin yaşasıncı hale sığınıyor. Kendisini bu halden başka bir hale davet eden “gerçeklik/gerçekler”kendisinin -sorunu- dahi olsa görmezden geliyor, “biri bir şeyler yapar” düşüncesiyle üstünkörü ve safsatalar dahilinde günü akşama erdirmeyi şükürlük sayıyor. Bu da, sosyalleşme ihtiyacı ve bunun güncelliği ortadan kalkıyor. Daha doğrusu bu konulardaki farkındalık büyük oranda umutsuzluğa dönüşüyor. Birbiri ile fiili iletişimde bulunmayan insanların, birbirleri hakkındaki yargıları da “farazi” olacağından, herkes başkaları açısından da kıymetsizleşiyor.

Olan belli.

İnsanın “fıtratında” olan diğer insana ve insanlığa muhtaçlığının/mecburluğunun dijital içerikler, yapay (sanal) ilişkiler, düşünüşü ve hissedişi bastıran ilaçlar, çaresizliği öğreten mühendislik çabalar ile üstü örtülüyor. Ayrıca, eleştirel aklı ve düşü tedavülden kaldıran talan ve yağma vahşiliğinin açtığı gediklerin dolumundan kazanç sağlayan kapitalist anlayışın kazandığı mevzileri de eklersek işin boyutunu daha yakından görürüz.

Sade bu mu?

Genelde insanlığa, devlet sınırları içinde kamu ihtiyacında kullanılan kaynakların tek elde toplanıyor olması, şatafat ve görkemin ürkütücülüğünün etkisi de çaresizlik hissini kamçılıyor. Bu anlamda kendini çaresiz olduğu kadar güvensiz de hisseden insanı düşünün. Onu korumakla görevli kurum ve kuruluşların hizmet alış-satış örgüsüne dolaşmışlığı ayrı bir dert.

Refahına eşit ortaklığı olmayan, taşınır- taşınmaz akçal değerlerinde payı kalmamış, sosyal güvenlik zemininde yer edinememiş, ekmeğinin, sağlığının ve korunmasının garantisi olmayan insanın endişesi de yalnızlığına eklenince yaşamak içler acınası hal alıyor. Bu da, durumu fark edenlerin “ekonomik yapılanmalarına” pek uygun ortam yaratıyor.

Hak ve sorumluluklarından bezmiş insanlar gittikçe çoğalıyor. Armut piş ağzıma düşçü, hıza yenilmiş insanın ortak bilinci kendini güncelleyemediği için de, çözümü çıkarına göre pazarlayanlardan ummak sadece yalnızlık ve çaresizlik değil, iradeyi niteliğine bakılmaksızın yaşamak adına güçlüye teslim etmeyi de içeriyor. Yani, evrensel beyinlerdeki, yasal hakları kullanma gücünü çürüten de bu.

Dayanışmalı “hak arama bilinci” konusunda çok laf edilse de, eskilerin modası algısını besleyenler şimdilik pek başarılılar.

Çözüm için fikrimi soracak canlara şimdilik, durumun farkındalığını artırmanın yararlı olacağını diyeyim.

İleride bu konunun üzerinde yine durmak niyetim var.

Evet, kartallar yalnız uçabilir, dağlar yalnız üşüyebilir, kurt kendi işini kendi yapabilir, buna eyvallah.

Ancak biz insanız.
Değişebilen, değiştirebilen.
Yalnızlığın öldürdüğü.

ENDİŞEDEN YALNIZLIĞA YİNE İNSAN