Ne günlerdi ama…

featured
service

He­pi­ni­zin bil­di­ği üzere ül­ke­miz­de es­ki­den buz­do­la­bı yoktu. Şe­hir­le­ra­ra­sı ula­şım da yine top­rak veya sta­bi­li­ze yol­lar ile sağ­la­nı­yor­du. Okul yoktu, ha­va­li­ma­nı yoktu, üni­ver­si­te yoktu… Bu yok­luk­lar sı­ra­la­na­rak ar­tı­ra­bi­lir, zor gün­ler­di, kredi kartı diye bir­şey yoktu me­se­la. Ne gün­ler­di öyle, insan sı­ra­la­dık­ça duy­gu­la­nı­yor, uta­nı­yor… En iyisi bu­ra­da du­ra­lım, siz de­va­mı­nı ge­ti­rir­si­niz.

Geç­mi­şi­miz bu tür söy­lem­ler­le ne yazık ki hal­kın gö­zün­de de­ğer­siz­leş­ti­ril­me­ye ve si­lik­leş­ti­ril­me­ye ça­lı­şı­lı­yor. Ve el­bet­te­ki bi­raz­da mizah ka­tı­lı­yor ki, bazen an­lam­sız ‘yok­luk­lar’ bile dile ge­ti­ri­li­yor.

Gü­nü­müz­de her­kes üni­ver­si­te eği­ti­mi alsın diye her ile üni­ver­si­te ku­rul­du, hatta bir çok il­çe­ye de mes­lek yük­sek okul­la­rı ile bazı bö­lüm­ler açıl­dı. Bazı üni­ver­si­te­le­rin eği­tim ka­li­te­si lise se­vi­ye­si­ne ge­ri­ler­ken dün­ya­da ilk yüze giren ODTÜ ve İTÜ gibi üni­ver­si­te­le­ri­miz bile bu ge­ri­le­me­den na­si­bi­ni aldı. Şu anda dünya sı­ra­la­ma­sın­da ilk 500’e giren üni­ver­si­te sa­yı­mız sıfır.

TÜP­RAŞ, Türk Te­le­kom, PETKİM, Şeker fab­ri­ka­la­rı, TEKEL, SEKA, elekt­rik gibi kri­tik öneme sahip ku­ru­luş­lar he­pi­mi­zin­di. Bu­gün­kü gibi kâr­la­rı bir ki­şi­nin ce­bi­ne git­mi­yor­du. Hem de kamu hiz­me­ti ola­rak gö­rü­lü­yor­du.

Ülke yö­ne­ti­min­de her ne kadar tam an­la­mıy­la bir de­mok­ra­si­ye ula­şa­ma­mış olsak bile, di­ya­log yol­la­rı hala açık tu­tu­lu­yor­du. Fark­lı si­ya­si par­ti­le­rin li­der­le­ri bir araya ge­le­rek, bir­bir­le­ri ile fikir alış­ve­ri­şin­de bu­lu­na­bi­li­yor­du. Cum­hur­baş­ka­nı halk dili ile ifade etmek ge­re­kir­se ‘abi­lik’ ya­pı­yor­du. Ba­kan­lar Ku­ru­lu, ba­kan­la­rın fi­kir­le­ri­ni pay­la­şa­bil­di­ği tar­tış­ma ve fikir üret­me alanı ola­rak öne çı­kı­yor­du. Ba­kan­lar Ku­ru­lu ka­rar­la­rı me­rak­la bek­le­ni­yor­du.

Tar­tış­ma prog­ram­la­rın­da baş­ba­kan, diğer si­ya­si par­ti­le­rin li­der­le­ri kar­şı­lık­lı ola­rak sa­at­ler­ce tar­tı­şır, va­tan­da­şın akıl yü­rü­te­bi­le­ce­ği ya­yın­lar ola­rak kar­şı­mı­za ge­lir­di.

Kredi ve kredi kart­la­rı bu kadar yoğun ola­rak kul­la­nıl­mı­yor­du, ha­liy­le borç­lu aile sa­yı­sı da ol­duk­ça azdı. Tek­no­lo­ji 2000’li yıl­lar­dan önce bu kadar ge­liş­miş de­ğil­di, tek­no­lo­jik alet­ler bir hayli pa­ha­lıy­dı, belki her­kes ala­mı­yor­du ama borç­suz ol­ma­nın mut­lu­lu­ğu vardı. ‘Borç­suz be­yin­ler’ daha rahat fikir yü­rü­te­bil­me ye­ti­si­ne sa­hip­ti.

Sos­yal medya yoktu, ko­nu­şa­bil­mek, yeni ta­bi­ri ile ‘et­ki­le­şim’ almak için yan yana gel­mek ge­re­ki­yor­du. Klav­ye ba­şın­da belki ‘kop­ya­la, ya­pış­tır’, belki de da­ki­ka­lar­ca dü­şün­me­nin ar­dın­dan ya­pı­lan pay­la­şım­la­rın ra­hat­lı­ğı yoktu. Yan yana gel­di­ği­niz­de, soh­bet­ler­de kimin daha bil­gi­li ol­du­ğu daha iyi an­la­şı­la­bi­li­yor­du.

Ak­yurt gibi il­çe­ler Bü­yük­şe­hir’e bağlı de­ğil­di. Kent ve kır ya­şa­mı vardı, hay­van­cı­lık ve tarım önem­li gelir kay­nak­la­rı ara­sın­da yer alı­yor­du. Bu tür yer­le­şim alan­la­rı yeşil alan ba­kı­mın­dan daha zen­gin­di. Ancak kır­sal böl­ge­ler ihmal edil­miş­ti, ‘met­ro­pol ilçe’ pro­pa­gan­da­sı ge­li­şi­min ön­cü­lü ola­rak su­nul­du. Va­tan­daş­ta bunun ger­çek­li­ği­ne inan­dı, kent­le­rin nefes ala­bi­le­ce­ği doğal alan­lar bir bir yok edil­di. Köylü de za­man­la ya­şa­ya­bil­me­nin te­la­şı­na ka­pıl­dı, kent­li oldu.

İkti­dar par­ti­si, diğer par­ti­le­rin li­der­le­ri­ni vatan ha­in­li­ği ile suç­la­maz­dı. Zil­let, illet gibi ke­li­me­ler li­te­ra­tü­rü­müz­de yer al­mı­yor­du. Va­tan­daş­tan oy ala­bil­mek için akıl­cı öne­ri­ler sun­mak ge­re­kir­di. Si­ya­set­te­ki se­vi­ye bu kadar yer­ler­de sü­rün­mü­yor­du.

Par­ti­ler bro­şür­ler ile seçim za­ma­nı mil­let­ve­kil­le­ri­ni ta­nı­tır­dı. Bu ka­ğıt­lar­da vekil aday­la­rı­nın öz­geç­miş­le­ri yer alır, bilgi ve bi­ri­kim­le­ri ile öne çık­ma­ya ça­lı­şır­lar­dı. Şimdi bı­ra­kın mil­let­ve­ki­li­ni bir iki bakan dı­şın­da yur­dum in­sa­nı bakan is­mi­ni bile sı­ra­la­ya­maz. TBMM’de bu bağ­lam­da daha et­kin­di, ve­kil­le­rin öner­ge­le­ri de­ğer­liy­di, de­mok­ra­si ‘tam’ ol­ma­sa da bu­gü­ne göre daha ge­liş­kin­di. Kanun Hük­mün­de Ka­rar­na­me­le­rin kul­la­nım alanı kı­sıt­lıy­dı, asıl yetki Gazi Mec­lis’teydi.

San­ma­yın ki geç­miş­te­ki de­mok­ra­si an­la­yı­şı­nı mü­kem­mel ilan edi­yo­rum, el­bet­te de­ğil­di! Bir çok san­cı­lı süreç ya­şan­dı. Ancak bun­lar­dan ders alıp ge­liş­ti­re­bil­mek müm­kün iken biz ge­ri­ye doğru yol al­ma­yı seç­tik.

Ül­ke­yi glo­bal pi­ya­sa­nın bir pa­za­rı ha­li­ne ge­ti­rir­ken, he­pi­miz yurt­taş ye­ri­ne birer müş­te­ri ha­li­ne gel­dik. Şimdi ne­re­dey­se tüm kay­nak­la­rı­mız te­kel­le­rin eline geçmiş du­rum­da. Biz­ler­de bu eko­no­mi sa­va­şı­nın için­de ne yazık ki pa­yı­mı­za dü­şen­den na­si­bi­mi­zi alı­yo­ruz.

Mül­te­ci so­run­la­rı­na, dış po­li­ti­ka­mı­za, böl­ge­mi­zin yan­gın yeri ol­ma­sı­na de­ğin­mi­yo­rum bile…

Ne günlerdi ama…