“Maviye çalar gözlerin”

featured
service

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “nakış, renk ve biçim dilinin kelimesidir” tesbitine bayılmıştım. Demek ki, esere cümleden kitaba, düşten taşa kadar olan herbir şey demek mümkün.

Ressamlar zamanla, tecrübeyi de beraberinde getiren yaş ilerledikçe bazı renklere duydukları teveccühü, sadakat sağlamlığına kadar getiriyorlar gibi şeyler de dediğini biliyorum ustanın. Bunu birçok üstada olduğu gibi, Sezayi Kara’nın mavisinden, Van Gogh’un sarısından şimdi daha net çıkarımlar yapabiliyorum. Ne zaman, bir resme dalsam, renkler ile duygular arasında, duygular ile ressamın ruhu arasındaki ilişkinin bendeki izdüşümünden emin olmaya yorulurum.

Bunu niye yapıyorsun diyenlere, şiirin ana malzemelerinden biri de renk demek istiyorum. Hadi buna itiraz edebilecek canları bundan münezzeh sayalım, yani onlar böyle bir malzemeyi ana malzeme saymıyor ve kullanmıyorlar diyelim, ancak ben hep öyleyim. Zihnimdeki manzaranın, renk, coğrafya ve duygu örgüsünü, şiir olacak soyutluğa getirmeden yazıya geçiremiyorum.

Tanıdığım, her ressama sordum ve sormak istediklerim de oldu, resimde veya renkte şiir var mı diye; sorduklarımdan aldığım cevaplar, şiirin ta da kendisi demeye yakın cevaplardı. Bu kadar yakınlıkta ve sanat zemininde üretilen sanat ürünlerinden resim, rengi biçimle harmanlayıp şiire, şiir de, varı renkle betimleyip resime sebep oluyor diyesim geliyor.

Kemal Ateş renk isimlerinden de söz ettiği bir söyleşide, sis kırı, deve tüyü dahil birkaç renkten dem vurdu ve bizi de düşündürdü; demek ki rengin de soyutlanabilmesi için yaşayan delilleri olması icap eder. O zaman bulmuştum üzüm buğusu demeyi. Nice sonra da, ay tozu mavisi diye bir renk duymuştum.

Bir ressam diyor ki, “bir kilo mavi bir gram maviden daha mavidir”; söze bakar mısınız, derinlik çağrıştırdığı gibi, maddesel bir gerçeğin de altını çiziyor. Tabi hemen aklımıza, göl ve deniz geliyor. Peki Ahmed Arif’in “maviye çalar gözlerin/yangın mavisine” benzetmesine ne demeli? Yangının, ateş halindeyken, alevlerinin arasında yalazlanan dumanımsı rengin hüzünlü halayına takıyor bilincimizi. Bir de, ocaklarda kullanılan gazın yanarkenki verdiği renge çeviriyor bilincimizi. Fakat asıl olan, yangın ve mavi sözcüğünün el ele tutuşup bir duygunun resminin giysisi olduğudur.

Öfke kiri dendiğinde, kirin hangi renkte olduğunu söyleyemesek de hissederiz, köpük beyazı kadar maddedeki algılanmasa da, öfkenin sebep olduğu başkalaşımı tütümünden tanıyoruz. Dağ moru, kınalı sarı, taş grisi, yosun yeşili, yavru ağzı rengi gibi, dilimizde yer etmiş renklerin çoğunun da fark ediliş öyküsü olduğu gibi, ünleniş öyküsü de vardır. Ressamlar bunları mutlaka biliyordur, şairlerin işe bu kadar sevgi ve heyecanla yaklaşımı, şiiri genişleten, etkili kılan ve yaşatan her damarın bir renginin olduğu ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

Resim sanatı, renklerin ve biçimlerin olduğu kadar, bütün haliyle edebiyatın tam ortasındadır. Kurgu ürünlerin zihindeki hali o resimden farklı mıdır dersiniz? Okuduğumuz bir şiirin, masalın veya herhangi bir metnin anlam haline gelirken geçirdiği son aşama zihindeki resim hali değil midir? Soyutlanmış dahi olsa, zihindeki biçimi renkli ve gerçek hayattaki hatları hissettiğimiz kadar gerçektir. Hangimiz düşlerimizi renklerden arınık halde, tariflerimizi de renksiz sayabiliriz. Suyun rengi yok diyoruz ya, sahiden suyu aklımıza getirirken renk kullanmıyor muyuz?

Şiire söz sanatı diyen canlar tarifte sakatlığa sebep olmaktalar. Şiir, söz veya sözcük malzemesinden örgülenmiş olabilir, ancak bunlar onun tarifi için yeterli veri değildir. Mimaride, ortaya konan eseri, kullanılan malzemenin yavanlığıyla tarif edebilir misiniz? Hayır. Çünkü, onun biçimi var, coğrafyasına göre aldığı hal var, kimin elinden çıktığı ile ilgili algı rengi var, gökyüzüne, ırmağa, eğime, renge göre anlamı ve zihinsel izdüşümü var. Mimari için söylenebileceklerin şiir için söylenmesinin önünde bir engel var ise, o da yüzeydencilik olsa gerek. Yoksa, söze veya sözcükler halayına şiir dedirten şeyler, tam da onların yoksulluğunu gideren, diğer şeylerdir. İster doğrudan eklensin, ister çağrışım ve betimleme gereci olarak katılsın renkler bunların vazgeçilmezleridirler.

Zaman geçtikçe renklerin hem adı, hem de doğadaki gerçeklikleri artmaktadır. İyi misinde kötümüsünde değilim, işin gerçeği, resim olmasa da renklerin yaşayabilirliği var. Çünkü, doğada resim ve şiir olmayan fazla bir şey yok.

Bir çocuğun annesine gülüşündeki renk ile arkadaşına gülüşündeki renk bile aynı değil. Yılanların, akreplerin, ceylanların, ağaçların sırtındaki yeşillere aynı yeşil diyebilir miyiz?

Ya da kandaki kırmızı ile utanmadaki kırmızıyı şiirin dışında hangi sinede bu kadar bariz farkla seyredebiliriz.

Yüz karası ile Karacaoğlan’a kara diyen dilberin göz karasının ne alakası var?
Bence yok.

“Maviye çalar gözlerin”