Türk sinemasının değerli üstadı Kemal Sunal bir filminde uykudan uyanır, kolunda saati bile yoktur, evinin hemen yakınındaki tren yolundan geçip giden trenlerden bilir saatin kaç olduğunu… Kahvaltı yapmak lazım der içinden, kavanozu açar, sadece bir tanecik zeytin, yemeye kıyamaz, ekmeğini banar ve başka bir güne saklar damağına tattırabilmek için zeytini…
Orta direktir, yoksul halkın yoksulluğunu oynar, Zübük filminde bizim siyasilerin rolünü yerine getirir, sever, aşık olur, sevdiği kızı alamaz, dili tutulur kimi zaman, konuşamaz… Yalan yoktur filmlerinde, hayatın kendisini anlatır, güldürürken düşündürür. Aziz Nesinlik memleketimizden bölümler sunar…
Ya şimdi? Uzun zamandır yoksulluğu anlatan bir film izlediniz mi? Herhangi bir dizi de kendizi bulabildiniz mi? Belki aşk sahneleri hoşunuza gider, yakışıklı erkekler ve güzel kızların hayatını izlersiniz.
Kimi zaman evin oğlu babasına meydan okur ama gidemez, babası zengindir, dönüp dolaşıp tekrar evine gelir.
Erkek, sözde sevdiğini jiplerde, son model arabalarda gezdirir, boğaz kenarında, jiplerde, son model arabalarda sevişilir. Yemeği kendileri yapmaz, evin hizmetçisi vardır, arabalarını kendileri sürmez, şoförleri vardır, sıkıldı mı çıkarlar evin bahçesine yüzerler, bahçelerinde havuzları vardır.
Babalar öyle bir babalık yapar ki kızlarına ve oğullarına şirketi teslim eder. Kız ve erkeğin babası rakı sofralarında Fenerbahçe’nin halini konuşurken kız ve erkek evcilik oynarlar.
Bırakın zeytini, kahvaltılarda, öğle yemeklerinde, akşam yemeklerinde envai çeşit yiyecek vardır. Milletin gözüne baka baka son model arabalarda gezer, lüks yerlerde yemek yer, havuzda yüzer, koleje gider, özel üniversitelerde okurlar. Günümüzün dizileri ve bazı filmleri paranın saadetini anlatır.
Ve bizde izleriz… Kimi zaman holding sahibinin en ufak şeye duygulanması, ağlaması bizi mutlu eder. Ortak birşey buluruz zenginlerle aramızda, o da ağlar, biz de ağlarız.
Bizi dizilere bu kadar bağlayan şey bu olsa gerek, insan izlediği şeyde kendinden bişey bulmalıdır. Eğer dizilerde ve filmlerde yoksulluğu izleseydik ve yoksulluğun nereden nasıl geldiğini anlasaydık, oturduğumuz yerde oturur muyduk? Birşeyler yapardık muhakkak, birşeylerin değişmesi gerektiğine inanırdık belki, sorgulardık, düşünürdük…
Hanginiz falanca dizide, “Acaba ne olacak?” sorusundan başka bir soru sorabiliyor? Dizilere bizi bağlayan şey akıcılığı, sonraki bölüme dair bir merak uyandırması… Yani sanatsal birşey göremiyoruz, sanatın bir dalı olan sinema ve televizyonculuk da diğer sanat dalları gibi insana birşeyler katmalı ve öğretmeli…
Neden televizyon bilincimizi ve aklımızı kölesi haline getiriyor? Neden ona inanıyor ve güveniyoruz? Bir afyon halini alan televizyon toplumumuzu nereye sürüklüyor?
Kemal Sunal’ın zeytinine, zengin sofralarını değişebilir miyiz? Ya da Kemal Sunal’ın aşkını zengin zübbesinin aşkına değişebilecek miyiz? Kemal Sunal’ın zübüklüğünü şimdiki dizilerdeki milletvekilleri ile değişebilecek miyiz?
Bir iyilik yapalım kendimize ve “Stand By” (yanımda kal) düğmesine basmadan fişini çıkarıp, afyon almayı bırakalım…
Hayat sensizde güzel!