İyisi çok Dünya’nın

featured
service

Edebi eserin olduğu kadar bütün sanat eserlerinin ilgilisiyle buluşması şart. Altının kıymetini saraf bilir demiş ya eskiler, aynen öyle. Geçen gün, televizyonda eğitim içerikli program yapan bir arkadaşım yanıma uğradı, Yürekten Ayrılık Geçer adlı kitabımı, günlerce rica ederek benden alan bir arkadaşının, kitap boşluklarını bakkal veresiye defteri olarak kullandığını görünce, bir yolunu bulup bana getirdi. Bakkal kardeşimi anlayışla karşıladım, onun için kötü olan ne vardı ki, hiçbir şey. Benim için de öyle. Kötü olan şey, işleyişin kendisiydi. İşi ve ilgi alanı olmayan bir durumla karşılaşan her canın yapabileceği şeyler aşağı yukarı böyledir.

Birkaç yayınevi ile görüştüğümde, kitabınızı kaç kişi alır, satılır mı gibi sorularla karşılaştım, kitap alma sorunum yok, okuyucusu ile buluşturmak çabasındayım dediklerim oldu. Ne yazık ki, sanat, edebiyat veya bilinçlendirme katkısı hemen hemen hiçbirinin aklına gelmiyor. Unutmuşlar. Para ve “prestij” peşinde olmaktan öteye mecalleri kalmamış.

Üzücü mü?
Hem de nasıl?

Kırk seneyi geçiktir edebiyat ile uğraşmaktayım, şiir, anı, deneme ve tanıtım yazıları, kültürel araştırma uğraşları dahil hep bir şeyler yaptım, elbette karınca kararınca. Roman ve araştırma kitapları ile hayat denen oyunun perdelerini kapatmak olan derdimin sondan ikinci aşamasına geldim, fakat ülkemizde meydana gelen ekonomik ortam, özellikle kağıdı ve girdilerini olumsuz etkileyen dövizin artışı umudu yarıya indirdi, ben yine direndim, başka şansımın olmadığını biliyordum çünkü.

Her ne yaptıysam bu düş için yapmıştım, gel gör ki salgınlaştırılan hastalığın da etkisiyle epey zorlandım, muhannete minnet etmemek diye de bir hastalığım (!) var, ona sebep bazı işlerimi çağın son imkanlarıyla yapamıyorum, bunun farkında olan bazı can arkadaşlarım, kimi akraba ve dostlarım her koşulda destek veriyorlar. Tanıtımdan tutunuz fiili yardıma kadar katkı sunuyorlar. Ancak, işleri “profesyonel” yürütenlerin krallarına göre, bilgi, birikim, dil ve tarz eşsiz ürün vasat doğuyor. İşte tam da bu kanayan yarası benim çabalarımın. Her çıkan kitabımızı 14. kitap olan Dağlar Yalnız Üşür adlı roman dahil eş, dost ve akrabalarımız söyleşi akşamı kitabın ederinin iki üç katını vererek aldılar. Bize kitap kalmadı. Hatta kimileri ikişer üçer kitap aldı fakat okuyan , bildiğim beş altı kişi. Onlarca senedir çektiklerimizin sebebinin bu başarı/aşama olduğu bilinen bizim evde bile okunacak halde bekliyor kimi kitaplar.

Gönül isterdi ki, rakı, sofra, piknik ve hasbihal paylaşımları gibi paylaşımların sevimli bir unsuru da, sanat ürünleri olsun. Üzerinde konuşulsun. Başta da dediğim gibi, her ürünü ilgilisiyle buluşturmak çağın en büyük işi gibi.

Her koşulda bize katkı sunan canlara, Ufuk Gazetesi okur ve emekçilerine, Dağlar Yalnız Üşür’ü ilk okuyan Ali Kürşat Uzun kardeşime, Hüseyin Şalcı ağabeyime, sevgili Kemal Ayyıldız’a ve okuyup da bana ulaşamamış canlara teşekkür ederim. Dağlar Yalnız Üşür’ün ikinci bölümü, Can Boğumlu Çılgalar alt başlığı ile güneşe gülmeye geliyor.

Tarih öyle bir şey, hayata müdahil olanların yazdığı kitap olmaktan kurtulamaz.

Bu memleket bizim.
Haydi hayırlısı.

İyisi çok Dünya’nın