İrade bilincin hükmüyle işlevsel hal alır. Yani, bilinçli insanlar iradesini yönetebilir. Diğer türlüsü hayvani veya güdüsel savruluşun parçasıdır.
İrade dediğimiz şey, davranışın ve düşünüşün kök alanındaki düzenleyicisidir. Engellemede sabra benzese de, düzenleme ve aşamalandırmada iç işleyişin bizzat mimarıdır. Hissiyat dahil, bütün bilgiyi kullanır. Hesabı kitabı yapan destekleyici unsurların tamamını, iç işleyişte kendi adına eşgüdümleyebilir.
Bir bakıma insan, iradesinin tasarısı olarak buluşur fiziksel çevresi ile. Doğanın ve dolayısıyla hayatın koşullarına maruz kaldığında, kendini koruma, uyum sağlama, baş etme ve nihayetinde özgün varlığını sürdürmek adına yaptıklarındaki mühendis aklı da iradeye aittir.
Artık şu kesin, iradesini kullanıyorsa özgür insandan söz edebiliyoruz. Değilse, “power” düğmesine bastığınızda işleyişi ile ilişkilendirilmiş yönetici programın gereğini yapan ve manipüle edilebilir sistemsel bütün olmaktan öteye geçemez insan.
İnsan ile iradesinin arasını açmaya çalışan insanlar eskiden olduğu gibi, bu gün de var. Bu gün bunun için, örgütlü ve uzun vadeli planların parçası olarak daha gelişmiş ve karmaşık yöntemler uygulamaya sokulmuştur. Öyle ki, uluslararası etkililikte bir çok ani müdahalelerin, kasıtlı kargaşaların veya savaşların altında yatan temel sebep irade çürütmek, boyun eğdirmek, tasarlanmış planlı gidişata olan direnim dalgasını ortadan kaldırmaktır.
İnsan iradesi, özgürlüğün akarında, toplumun, milletlerin veya insanlığın toplam iradesini yaratır. Bu da hayata duyarlılığın sürekliliğini, yani duyarlılığın güncelliğini korur. Doğal hayatın olmazsa olmaz bileşenleri ve onların dağılım oranlarının korunması adına yapılabilecek her şey, umumiyeti hesaba katmayan, özellikle kaba çıkar etrafında öbeklenmiş kişiler ve grupları rahatsız eder. Teknoloji, silah ve salgın gibi tehdit unsurlarını ne pahasına olursa olsun ellerinde tutmak istemelerinin sebebi sözünü ettiğimiz, hayatı doğal akışıyla savunanların ortak bilincini etkisiz kılmak umududur.
İnsanı ve insanlığı kişisel özgürlük alanları (!)safsatasına inandırmak adına harcanan emek ve akçalına girmeyeceğim, fakat iradeye hükmetmekte ne kadar yol alındığına dair söyleyeceklerim var.
İnsanı köşeye sıkıştırmak kuşlarınki kadar zor değil. İnsan ikilemli düşünen canlı olduğu sebebiyle hayatının sağlıklı devamı için olumlu ve olumsuzun hesabını elden bırakmaz. Yani, hayatınını garantisini arar. Buna odaklanan insan, fiziki varlık coğrafyasının ve iç anlamının öncelik sıralamasıyla çok meşgul olur. Dolayısıyla, kendisinden önce bunun hesabını yapıp, kendine “konfor” sağlayacağı reklamıyla sunulan imkanlara (!) hayır demez. Bu alanın işgali ve istismarı sürecinin başlangıcı sayılan bu “evet”, öncelikle kişisel iradeyi, sonra da grup iradesini boşa çıkarır. Çünkü, iradenin de metalaştığı al-ver işi başlamıştır artık. “O işi bize bırak şu senin olsun”, “tercihlerini şu şekilde değiştir buna sahip ol” gibi yüzlerce kalem işin içine girer. Hatta, bırakın iradesini, insan bile kaybolur hareketliliği maksimum hıza ulaşmış kargaşada.
Tarafların hepsi için kargaşa değildir bu hareketlilik. İnsan için kargaşa olsa da, muhatabı olan sistemler için, işin doğasıyla örtüşen sürecin ta da kendisidir. İnsanın umut, heyecan, güvenlik ve hayat garantisine yönelik tasarlanmış, algısını da yöneten albenili alan da budur. Temel ihtiyaçların ötesinde “ganimet” sağlamak konusunda sicili kabarık olan insanın, değiştirici ve baskın karakterine işaret eden iradesinin güdükleştiği gibi, onun adına kullanacağına inandırılmış kişi ve yapılara devredilmesi muhtemeldir. Ki, günümüz koşullarında insan, iradesiyle yapabileceği işlerin sorumluluğundan bile ürker haldedir.
Yani, onu tehdit eden devasa koşulların sağanağında ölüm ve sıtma gibi iki beterliğin birini, ekseriyetle de sıtmayı tercih ettiği gözlemlenmektedir. Gittikçe, başka çaresi olmadığına inandırılan insan, teknolojik ve kimyasal nitelikli bağımlılıklarıyla da acziyeyini bühtan etmektedir. Basitçe söyleyeyim, telefonunu elinden alma, maaşına dokunma, uykusunu bozma, “rutin” meşgalelerine engel olma gerisi sorun değil. İdrak edebilmenin tadını bırak, varlığına kast eden yapay değişimlerin farkındalığını dahi taşıyacak gücü ve cesareti kalmamış gibi insanın.
Erken sanayi toplumu aşamasını geçmiş kimi toplumlarında ve bireylerinde görülen hastalık derecesindeki tekdüzeliğe razılığın/uyumun temel sebeplerinden biri de, iradesinin maruz kaldığı mühendislik akıl ile başdemeyeceği inancıdır. Öyle ki, rahatının bozulacağı kaygısı, doğanın hareketli ve üretici nitelikli parçası oldukları bilincinden feragati dayatmış, ilaçla, alkolle, uyuşturucu vasıtasıyla ruhun diri yanını by-pas etme yolunu seçenekler listesine eklemiştir. Etkili güçler de, yolları ona göre döşemiş, istikamet ve yolculuğun meşgalelerini usulü dairesince piyasaya sürmüştür. Fikri enstrümanlar ile sosyo-ekonomik ayar için gereken araç gereçler, albenisi yüksek, teknolojik kalıplarda ödün karşılığı hizmete amade kılınmaktadır. Dijital dünya dediğimiz, sanal ortam imkanları ile de hareketi azalan insanın hız ve haz oranı yükseltilmiştir. Elbette, bedenen obeziteye çatmış, ruhen ipin ucunu kaçırmış insandan söz ediyorum.
Biliyorum, muktedirlik hissinde dünyayı felakete sürükleyen biz hormonlu canlılar bu gerçeklerle yüzleşmemek için olmadık yöntemler deniyor, serdengeçti denebilecek uyaranları da “takıntılı” ilan ediyoruz. Fakat, insanın sürüleşecek kadar törpülenmişliği, yurtsuzluğundan, hastalanmışlığından, çaresizliğinden, kimliksizliğinden, kişiliksizliğinden, cinsiyet kargaşasından, bağımlılıklarından, yobazlığından, celladına aşıklığından, yağmacılığından ve cehaletinin kahredici derinliğinden anlaşılıyor.
Ankara’nın Paris’ten, Pekin’in Lüksemburg’dan farkını bırakmayan küresel benzeyiş, kültürel anlamda da yoksulluğa sebep olmakla kalmıyor, kendini yaşatacak koşulların inşaasından asla geri durmuyor. En etkili işlevsellik düzeyini de, kadim inanç ve değerleriyle birlikte dinleri de kendilerine destek verir siyasetin unsuru etmek suretiyle kazanmışlardır.
İnsan ile ilgili her şey ile ilgilenen, yer ve zamana göre farklı eylemler ile hayatın tasarlanmış raydan çakmasına mani olmaya çalışan, iradesini kaybetmemiş insan ve grupların bu kadar karmaşık bir sürecin maliyeti veya yorumculuğuna niye katlandığı sorusunu yönelteceklere kendi fikrimi söyleyeyim; tutku, takıntı ve hastalıklarının verdiği husumet veya cesareti yaşamak istiyorlar.
Yoksa, hepimiz biliyoruz, bu gün var olan her canlı yarın olmayacak bunca kavganın verildiği dünyada.
İnsan, kendi iradesine hakim vaziyetini korusa, ne soyanı kalır ne sömüreni.
Unutmayın, insan, iradesini zaafları kadar korur ya da kaybeder.
İrade tacirleri de düş tacirleri gibi, vicdan, merhamet, sevgi, saygı ve değere denk eden varlıklarını yitirdikleri sebebiyle büyük yoruluyorlar.
Değer mi dersiniz?
Bence hayır.
İnsanın sağlıklı olduğunun şaşmaz verilerinden biri, mutlu ettiğinde mutlu olduğu değil midir?
Gerisini siz düşünün işte.
Gerçeğe hü!