Hiç yere

featured
service
Ahmet çocukluk hayalleriyle oyuna dalmıştı. İneklerin köylünün buğdaylarına girdiğini dahi fark etmemişti. Komşuları Hasan Ağanın öfkeli sesiyle irkildi. O an için aklına gelen tek çare kaçmaktı, hem de arkasına bile bakmadan… Eve vardığında minik bedenindeki koca yüreği pıt pıt atıyor, korkusu her halinden belli oluyordu. Babası “Ne oldu?” diye sordu. Kekeleyerek anlatmaya başlamıştı ki babasının azarı susturdu. “İki ineğe sahip çıkamıyorsunuz, bunca mala mülke nasıl sahip çıkacaksınız bilmiyorum!” derken ağabeyinin sesi kulaklarında çınladı: “Baba görmüyor musun? Çocuk korkmuş zaten. Hem ne olmuş ki? Hayvanlarda da akıl var, fikir yok. Burası köy yeri. Sanki bizim ürünlere Hasan Ağanın davarlar girmiyor mu?” Babası yumuşar gibi olmuştu ki Hasan Ağa söylenerek avludan içeri girdi, yanında da iki oğlu vardı. Çocuk da olsa büyük bir kavganın başlayacağını anlayan Ahmet öne atıldı. Özür dilemek için henüz ağzını dahi açmamıştı ki Hasan Ağanın nasırlı iri ellerinin havaya kalktığını gördü. Korkudan titreyerek gözlerini kapamıştı. Duyduğu yumruk sesi ve acı bir feryat ile gözlerini araladı. Ağabeyi Mehmet bir eliyle hasan ağanın havada duran kolunu bilekten kavramış öylece kalakalmıştı. Hasan ağanın büyük oğlu sere serpe yere uzanmış acıyla yüzünü tutuyordu. Diğer oğlu Ali ise Ahmet gibi korkulu gözlerle oluğu yerde donup kalmıştı. Mehmet; “Hasan Ağa, koskoca adamsın, üç beş buğday tanesi için bunca yaygaraya, düşmanmışız gibi ev basmaya, dahası küçük bir çocuğa el kaldırmaya, utanmıyor musun? Daha dün senin çoban uyuyup da davarlarınız bizim bahçeye girmedi mi? Biz ne ettik sana? Ziyan bile kesmedik. Köylük yerde olur böyle demedik mi? Ziyanın neyse kes! Sen de, oğulların da, tüm köylü de bilsin ki Ahmet benim canımdır, kanımdır. Kastı olmadan işlediği bir kusur olursa vebali de benimdir. Kimse de kılına dokunamaz!”“Mehmet abi, Mehmet abi!” diye feryat ederek uyandı Ahmet. Yatağında oturmuş, hıçkırıklarla ağlıyordu. Omuzunda bir el hissetti. “Sakin ol hemşerim. Hayır olsun inşallah. Buraya düşen herkes ilk günlerde böyle kâbuslar görür. Zamanla herkes alışır. Bak bana yaş altmışa dayandı. Ne kadar ömür var Allah bilir. 10 yıldır buradayım. Af çıkmazsa bir 5 yıl daha yatarım.” Yaşlı ve donuk gözlerle bu babacan adama bakan Ahmet, “Suçun neydi ki?” dedi. “Kader mahkûmuyuz evlat, ırzımıza namusumuza göz diken iki adamı vurdum. Biz ne için yaşıyoruz ki bu dünyada? Ya sen, niye düştün buralara?” diye söylenerek karşı yatağa oturdu adam.Hasan, yutkunarak cevap vermeye çalışsa da kelimeler boğazında düğümleniyordu. “Hiç yere!” diyebildi sadece. Derin bir sessizliğe büründükten nice sonra, “Ağabeyim hanımına çarşıdan oyalı yazma aldığı için.” deyiverdi. Karşısındaki adamın şaşkın bakışlarına aldırış etmeden, başını öne eğerek başladı anlatmaya… Önce rüyasında gördüğü ve çocukluğunda yaşadığı yukarıdaki olaydan başlayarak ailesini ve özellikle ağabeyiyle olan güzel anılarını anlattı. Beraber çalıştıkları günleri, kavgalarını, dostluklarını ve ağabeyinin ona nasıl kol kanat gerdiğini. Ağabeyinin ve kendi düğününde yaşadıklarını, yengesinin eşi Aslıyı ne kadar sevdiğini ve kendisine eş yapmak için ne kadar uğraştığını, eşinin yengesi dâhil tüm ailesini nasıl sevdiğini ve hürmet ettiğini, babasının nasıl zengin ve cömert bir ağa olduğunu, evlerinden misafirin hiç eksik olmadığını peş peşe sıraladı. Sonra birden ses tonu ve duruşu değişerek, uzun uzun düşünerek konuşmaya devam etti.O gün ağabeyimle çarşıya gitmiştik. Ağabeyim yengem Ayşe’ye bir yazma aldı. Ağabeyim bana, “Ahmet, sen de Aslıya bir tane al.” dedi. Ancak ben eşimin zevkini bilmediğimi, gerekirse onun zevkine göre haftaya da ona alacağımızı söyledim. Köye geldiğimizde Ağabeyim yazmayı yengeme verince yengem çok mutlu olmuştu. Eşimdeki üzüntüyü fark ettiğim an gönlünü alma bahanesiyle “Kıskanma Aslı, haftaya hep beraber gideceğiz, beraber seçeriz.” dedim. Bu sözümle eşim daha da üzülmüştü ki yengem “Ne o Ahmet, onca yıl sözlü kaldınız. Daha zevkini öğrenemedin mi?” deyince üzüntünün öfkeye döndüğünü anlayamamıştım bile. Her şey bundan sonra başladı işte. O günden sonra ne ben ağabeyimi, ne ağabeyim beni, ne eşlerimiz birbirini, ne de biz onları anlayamadık. Anlamak için dinlemek gerek ya, biz birbirimizi dinlemedik bile. Konuşmalar iğneleyici olmaya, gülüşler sahte olmaya başladı. Ağabeyim dost görünen akrabalarda, ben babama haset edip duran Hasan Ağanın oğullarında, Ayşe Yengem gönlü bende olan ve içten içe eşimden nefret eden ahretliği Güllü’de, Aslı da kendi ailesinde derman arar olmuştu. Ne ana nasihati, ne de baba vasiyeti dinliyorduk. Bir araya gelince ya konuşmuyor ya da kavga ediyorduk. Anam babam sağ iken evlerimizi ayırmıştık bile. Derken önce anam, ardından babam bunca kahra dayanamadan göçtü gitti hayattan. Nefretimizle, son nefeslerinde söyledikleri güzel sözlere dahi kulaklarımızı tıkamıştık. Tüm anılarımızın geçtiği, fakat bir türlü paylaşamadığımız koca konak bir gün yandı kül oldu gitti. Ağabeyim benden şüphelendi, ben ağabeyimden.Öfkemizden ne dediğimizi bilmez olmuş, arabuluculuğa gelen babamızın dostlarının, anamızın ahretliklerinin de kalbini kırar olmuştuk. Zamanla onlar da bizden uzaklaştı. Bir tek, baba dostumuz Hüseyin amca vardı her ikimizle sohbet eden. Onu da öylesine dinliyorduk. Nefsimizin, hırsımızın ve kinimizin kurbanı; fitnecilerin oyuncağı olmuştuk. Ağabeyim arada bir yapıcı adımlar atsa da benden bir adım gelmediği için artık yaklaşmak şöyle dursun, gittikçe uzaklaşıyorduk. Paylaşamadığımız malları yok pahasına satıp, birbirimize inat, gelirimizden daha çok harcıyor, gittikçe borçlanıyorduk. Elimizde, babadan kalma bir tek traktör kalmıştı. Onu da paylaşamamış fakat babamızın hürmetine, anılarımızın hatırına satmamıştık.O gün Hasan Ağa’nın oğlu Ali koşarak geldi. Bana, “Ahmet duydun mu? Mehmet Ağabeyinin borcu yüzünden sizin traktöre haciz gelmiş, alıp götüreceklermiş” dedi. Bir hışımla koştum gittim. Ağabeyim de karşıdan geliyordu. Hasan ağanın büyük oğlu da haciz için gelenlerin yanında idi. Ağabeyimin önüne durarak “Kendi borcun yüzünden Ahmet’in traktöre haciz getirmişsin, sen nasıl bir ağabeysin?” dedi. Ağabeyim Mehmet; “Yıllar önce yediğin yumruğun acısını unutmadın galiba namert, fitnebaz!” diyerek elini kaldırmıştı ki belimdeki silahı çıkartıp tüm mermileri saydırdım. Yaşlı gözlerle can çekişirken, “Sen ne yaptın Ahmet? Allahım bizi affet, anamızın babamızın sözünü dinlemedik!” diyebildi ve şehadet getirerek orada can verdi. Ali ve ağabeyinin hain gülümseyişleri, haciz için gelenlerin yere saçılan paralara ve ağabeyime şaşkın ve korku dolu bakışları arasında Hüseyin amcanın cılız sesiyle söylediği şu son sözler kaldı hatırımda; “Senin borcun yüzünden baba yadigârı traktörünüze haciz geldiğini öğrenince, koşarak bana geldi, borç istedi. ‘Üç güne kadar veririm. O traktör bizim baba yadigârımız, ne ben dayanırım yokluğuna ne de gardaşım Ahmet. Hem onca şeyden sonra kalbimizdeki mühür kırılır belki de gardaşımla eskisi gibi oluruz.’ dedi. Parayı verir vermez koşarak buraya geldi. Ben de sizin barışacağınız umudu ve sevinciyle arkasından geldim. Hey gidi Koca Yusuf Ağanın oğlu hey! Bir fitneye onca malı yedin, yetmedi hiç yere gardaş katili de oldun.” 
Hiç yere