ERENLERİN İZİNDE…

featured
service
Dünyevi ve uhrevi bazı kavramlar vardır ki tüm insanlık için evrensel, genel geçer anlamlar ifade etmelidir. Ancak bu kavramlar, zamanla belirli bir zümrenin (siyasi, dini, milli, coğrafi vs.) baskısı altında kalarak o zümreyle özdeşleşebiliyor. Böyle olunca da kavramların içerisi genel geçer kurallarla değil, onu temsil ettiği düşünülen zümrenin tavırlarıyla doldurulur hale geliyor. “Alperen” de bu kavramlardan bir tanesidir. Tarihsel süreçte, “alperenlik”,Türk-İslam sentezinin esaslı bir unsurudur. Alperen, Türk Dil Kurumu(TDK) tarafından aslında her ikisi de çok ayrı anlamlar ifade eden “derviş” ve “mücahit” olarak ifade edilmiştir. TDK’daki yazım tarzına bakıldığında iki farklı anlama geliyor gibi algılanabilir. Oysaki hem dervişlik hem de mücahitlik bir arada olmalıdır. Farklı bir açıdan bakarsak: yiğit, kahraman anlamındaki “alp” Türklerin savaşçı askerlerine verilen bir isimdir. Hoca Ahmet Yesevi ile hızlanan Türklerin Müslümanlaşma süreci alplık ile erenliği birleştirmiş ve “Alperen” kavramı ortaya çıkmıştır. Günümüz penceresinden bakıp bunun bir algı operasyonu olduğunu iddia edip altında bir sürü komplo teorileri arayanlar olabilir ancak alperenlik kendiliğinden gelişen doğal bir süreçtir. Şöyle ki: Alplık tarafına baktığımızda; “Her Türk asker doğar” sözünün de esası olan, “at, avrat, pusat” üçlemesiyle, şiir tadında bir vurguyla söylenen söz, Orta Asya’dan itibaren yurt tutmak için göçebe halde yaşayan Türk Boylarının yaşam felsefesini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Türklerde doğan her çocuk önünde sonunda bir alp olacaktır. Erenlik tarafına baktığımızda; tarihçi Mehmet Fuat Köprülü’nün de ifadesiyle Hoca Ahmet Yeseviyle birlikte tasavvuf yeniden şekillenmiştir. Tekkede derviş bekleyen acem mutasavvıflarının yerini, diyar diyar dolaşarak mürit arayan mutasavvıflar almıştır.Sonuç olarak asli görevi hatta tek işi savaşçılık olan Türk Alplerinin Müslümanlıkla birlikte, İslami eğitim aldığı; diyar diyar dolaşıp İslam’ı anlatan dervişlerin de ister istemez kendi canlarını korumak için elinin kılıç tuttuğu bir gerçeklik ortaya çıkmıştır. Alplerin eren, erenlerin alp olduğu bir yapı, Anadolu alperenliğinin temelini oluşturmuştur.Anadolu yurt tutulduktan sonra zamanla bu iki olgu birbirinden ayrılmıştır. Bu ayrılışın da algı operasyonu olduğunu iddia edip altında bir sürü komplo teorileri arayanlar olabilir ancak bize göre bu durum da kendiliğinden gelişen doğal bir süreçtir. Tasavvuftaki Türklük etkisiyle başlayan Anadolu yolculuğunda, yerleşik hayatın gerekleri ve acem tasavvuf öğretisinin etkilerinin devamı zamanla alplik ve erenliği de birbirinden ayırmıştır ama etkileşim her daim var olmuştur.Türklüğün itibarsızlaştırıldığı, İslami değerlerin yok edildiği bir dönemde, Anadolu alperenliği ruhunun tekrar canlanması gerekmektedir. Başta pandemi olmak üzere günlük yaşantının parçası olan onlarca konuyla birlikte yaşadığımız 2021 yılını, yukarıda bahsettiğim ruh açısından önemli kılan 3 gelişmeye değinmekte fayda vardır. Bunlar, 30 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, “2021 Yılının Yunus Emre ve Türkçe Yılı Olarak Kutlanması” Genelgesi, 12 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “2021 Yılının Hacı Bektaş Veli Yılı Olarak Kutlanması” Genelgesi ve 20 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “2021 Yılının Ahî Evran Yılı Olarak Kutlanması” Genelgesidir. Fikirleriyle ve yaşam biçimleriyle Anadolu insanına ilham vermiş ve mayalamış bu üç önemli değerin 2021 yılı özelinde bir arada bulunması önem arz etmekle birlikte, onlar ne bir yıla sığar ne de onları bir yazıya indirgemek bizim haddimize düşer.Bu birlikteliği anlamlı kılan asıl önemli husus ise Türk-İslam senteziyle Anadolu’yu mayalayan bu düşünür ve gönül insanlarının farklılıklarıdır. Her şeyden önce yaşadıkları dönemler farklıdır. İkincisi örnek teşkil ettikleri alan farklıdır. Ahi Evran ahilik teşkilatı ile daha çok iktisadi hayata ve esnaf zümresine etki etmiş, Hacı Bektaşi Veli yeniçeri teşkilatı ile daha çok askeri hayata ve yeniçeri zümresine etki etmiş, Yunus Emre ise arı ve duru Türkçesiyle Türk Dili ve Edebiyatına ve ozan-âşık zümresine etki etmiştir. Yaşam biçimleri, öğretileri de farklılık arz eden bu üç gönül insanı nihayetinde tüm Anadolu’ya hatta dünyaya etki etmiştir. Çünkü tasavvufun da, dini öğretinin de, yaşamın da merkezine insanı oturtmuşlardır.Hakk’a hizmetin yolunun halka hizmetten geçtiğini öğütleyen Ahi Evran’ın, “Her ne ararsan kendinde ara, düşmanının bile insan olduğunu unutma.” diyen Hacı Bektaşi Veli’nin, yetmiş iki millete bir gözle bakan Yunus Emre’nin, ortak yönü kardeşliğe, cömertliğe, yiğitliğe, fedakarlığa, ahlaka, akla, bilime, hoşgörüye, birliğe, beraberliğe, barışa, doğa ve insan sevgisine vurgu yapmaları ve bu esaslara uygun bir yaşam tarzı sürmeleridir.Uygun şartları bulursa ve maharetli ellerde yoğrulursa her zaman nefis ekmekler ortaya çıkar, çünkü maya sağlamdır. “İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak! (Saff, 8)” ayeti kerimesine inanan ve Dede Korkut’un “Alemde şer Oğuz’da er tükenmez” sözüne mazhar olan bir milletin tek kişi kalsa da dini ve töreyi yaşatacağına şüphe yoktur.Türk töresi de İslam inancı da basite indirgenecek bir öğreti değil bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla önemli alan bu fikirleri öğretileri savunmak değil yaşamaktır. Kaybettiğimiz nokta birilerini savunurken yaptıklarına değil söylediklerine bakıyor olmamızdır. Doğduğu topraklardan, tüm dünyaya açılan, İslam inancının esaslı unsurlarını insanlığa aşılamaya çalışan ve hitap ettiği halk ile iç içe yaşayan tasavvuf öğretisi, günümüzde inancın teferruatlarında ayrışarak insanlığı da ayrıştırır noktaya gelmiştir. Dolayısıyla tekkede derviş bekleyip teferruatta ayrıştıran anlayışla değil, Türk-İslam senteziyle Anadolu’yu mayalayan ve esasta birleştiren erenlerin izinden yürümekle hedefe ulaşacağımıza şüphe yoktur.Rabbim birliğimizi daim etsin! Bizlere de İslam inancının ve Türk töresinin özüne yaraşır şekilde birliği talep etmeyi, bu birliği kurmayı, Yunusun gözüyle yetmiş iki millete bir gözle bakabilmeyi nasip etsin inşallah! Ayet ile sabit ve kesin olan şudur ki; Allah(CC) nurunu muhakkak tamamlayacaktır. Duamız da şudur: “Üstten gök çökmedikçe, alttan yer delinmedikçe, Türk milleti, Türk yurdu, Türk devleti ve İslam inancıyla mayalanan Türk töresi” bozulmasın inşallah… Kalın sağlıcakla…
ERENLERİN İZİNDE…