Egemenlik kimde?

featured
service

‘Kişi başına düşen milli gelir’, yükseldiği zamanlarda siyasiler tarafından büyük bir propaganda aracına dönüşür. Oysa bir ülkenin gayri safi millî hasılası (GSMH), o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman, kişi başına düşen GSMH bulunur.

Şu anda kişi başına düşen milli gelir hedeflenen rakamların oldukça altında ve 9 bin 500 dolar seviyelerinde. Yani her bir bireyin geliri yıllık yaklaşık 171 bin TL. Ne büyük aldatmaca değil mi?

Türkiye’de 2022 Mayıs TÜİK verilerine göre ücretli çalışan sayısı 14 milyon 299 bin 713, bunun yaklaşık yarısını ise asgari ücretliler oluşturuyor. Sigortasız ve asgari ücretin altında çalışanları da düşündüğümüzde gelir dağılımındaki adaletsizliği hayal edebiliriz.

Aslında ülkemiz, kimsenin aç ve açıkta kalamayacağı, kimsenin yoksulluk çekemeyeceği kadar büyük bir ekonomiye sahip. Sadece ülkemizde değil, dünyanın neredeyse tamamında gelir adaletsizliği var. Ancak, gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda rakam azaldıkça, milli gelirden payımıza düşen de un ufak oluyor.

İktidarın hedeflerine de bir bakalım; 2011 seçim beyannamesine göre AK Parti’nin kişi başına milli gelir hedefi, 2015’te 14 bin 46, 2019’da 18 bin 685 dolar, 2023 yılında ise 25 bin 76 dolar seviyelerini görmekti. Ancak, 2015’te 10 bin 974, 2019’da 9 bin 151, 2020’de ise 8 bin 548, geçtiğimiz yılda ise 9 bin 500 dolar olarak gerçekleşti. Hedefin tutması bir yana 10 bin doların bile altında düştü.

Artık elde edilen gelir, temel ihtiyaçları karşılamak için bile yetersiz. 2022 başına kıyasla doğalgaz, konutta yüzde 119.5, işyerlerinde yüzde 151.3-219.2, elektrik fiyatları konutta yüzde 26.3, kamu ve özel sektörlerinde 21.9-62.5, sanayide yüzde 125, tarımda yüzde 26.3 arttı. Doğalgaz kullanmak lüks, elektrik ise kısıtlanması gereken bir hal aldı. Oysa her ikisi de zaruri ve yaşamsal öneme sahipler.

Nereden nereye geldik? Kişi başına düşen milli gelir bir tarafta, yaşamsal ihtiyaçların mali yükü bir diğer tarafta…

Ekonomik krizler, siyasal tercihler ne olursa olsun, ekonomi büyümeye devam ediyor. Ancak bunun bir övünç kaynağı haline gelebilmesi için gelir dağılımındaki adaletsizliğin önüne geçecek adımları atmak gerekmez mi?

Halk, doğal olarak ekonomiyi marketten, manavdan, faturalardan takip ediyor. Bazen de ekonominin son halkası esnafa bile çattığı oluyor. ‘O da mı dolarla geliyor’ diyor, ‘fırsatçı’ diyor, öfkesini alacağı zayıf halkaya yükleniyor.

Oysa, sayısı belli, Türkiye’de en zengin yüzde 20’nin toplam gelirdeki payı yüzde 47,5, bu yüzde 20’nin içindeki gelir dağılımda bile büyük uçurumlar vardır. Yüzde 5’lik kesim yüzde 15’e büyük fark atar.

Ekonomide bir değerin ortaya çıkabilmesi için onun var olması, üretilmesi gerekir. İşte üreten, yani halk, bu yüzde 20’lik kesimi daha da zengin edebilmek için ömrü boyunca çalışır.

Kişi başına düşen milli gelir rakamları filan benim umurumda olmaz. Kimsenin de umurunda olmamalı, siz cebinize bakın, kimin için, kimler için çalışmaya, üretmeye, ömrümüzü tüketmeye devam ediyoruz?

Ülkemizi de geçtim, tüm insanlık egemenliğini ilan eden burjuvaziyi bir türlü doyuramadı.

Doymazlarda…

Egemenlik kimde?