ÇOCUKLAR HEP ÖLDÜĞÜ YAŞTADIR OSMAN

featured
service
Türkü mırıldanıyorum ufaktan ufaktan; Erzurum çarşı pazar, İçinde bir kız gezer; Elinde divit kalem, Dertlere derman yazar.Sonra, “leylim amman aman, leylim amman aman, sarı gelin…” Sonlarını içimden geldiğince sesli söylüyorum ve okulun boşluğundan kaynaklı yansımadan dolayı acayip keyif alıyorum, sahnede gibiyim duygusu ile veriyorum türkünün gözüne;Erzurum’da bir kuş var, Kanadında gümüş var; Yarim gitti gelmedi, Vallah bunda bir iş var…Birden kayboluyorum türkünün yarattığı coğrafyada. Gerçek ile düş birbirine karışıyor. Kah Sarı Gelin’i, kah türküyle figan edeni düşünüyorum. Caddeler dağ yollarına, binalar dağ sıralarına dönüşüyor zihnimde. Yürüyorum, seyrek ağaçların birbirine nazlandığı tepelerin seyrinde.Ellerimi bile koyacak yer bulamıyorum koca dünyada. Hangi çarşıda, hangi pazarda geziyor dertlere derman yazan şu kız? Elinde divit kalem. Erzurum’daki kuş hangi kuş ise, kanadında gümüş var. Gelmek vaadi ile giden niye gelmemiş ki? Başına bir iş olmasa gelmez mi insan hiç? Gelir.Merdivenleri nasıl indiğimin kaydı yok zihnimde. Okulun koridoruna Erzurum’dan gelmiş gibiyim. Ruhum sırılsıklam, türkünün buğusu içinde. Kurşun renginde hissediyorum içimi. Ve sitemliyim sevdiğine gelmeyen kıza. Sarı Gelin’e. Önünde duran minicik çocuğu iki eli ile yürümeye zorlayan bir ana ile karşılaştığımda ayrıldım türkünün masmavi göklü coğrafyasından. Kendime gelmek istemesem de, sonbaharın sağanağında, Osman’ın meraklı bakışlarına sunmuştum yüreğimde çarçabuk ısıttığım gülüşümü.Tebessüm özetinde bir kıvamla; “Adı ne bu mucizenin” dedim. “Osman” Kalın camlı gözlüklerinin gerisinde durak, küçük kafası ve yorgun gözleri ile ne diyeceğimi duymak istemeyişini bağırır gibiydi annesi Osman’ın. “Size nasıl yardımcı olabilirim” “Okul arıyorum, oğluma uygun”Osman’ın ellerine oynarlık veren bilek kısmı yaratılmamış, gözleri tam göremiyor, ağırlığı yük olduğu sezilen gözlüğün derinliğinde oynaşan gözleri cüssesini pek sevimli kılmış, kafasında ışık işaretli ve kablolu bir cihaz ekli, dişlerindeki dışa taşıklıkta harika bir uyum var.“Bura uygun, biz ilgileniriz kardeşim” Dalgın, üzgün ve endişeli halini almış çocuğu ile götürüyordu anası Osman’ın.İki ay kadar sonra, bir de ne göreyim; düş yeşili bir hırka, toprak rengi ile sarı arasında pantolonunu giymiş, pırıl pırıl hali ile türkülü koridorda yürüyor Osman. İki sene öğretmen olduğumuzun bilincini çelik kıvamında tutan çocuk.Duyamadığı zaman dudaklarımızı okudu, anlayamadığı zaman en yalın içtenlik ve saygı ile sordu, ne dedi isek ciddiye aldı biz öğretmenlerini.Büyüdü birden. Bir ara göremedik. Araya pandemili günler girdi. Sonra bir telefon. Okul hizmetlimiz arıyor… “Hocam Osman Allah’ın rahmetine kavuşmuş.” “Osman mı? “Evet hocam” Hangi ölüm kıyar yaşamayı can havli ile kulaçlayan bu azimli çocuğa? Nasıl söner gözlerindeki camları bile delen yaşamak yangını? Telefona sarıldım. “On gün komada kaldı hocam” “Allah rahmet eylesin” “Ama ben Osman’dan razıydım, Allah da razı olsun istiyorum hep” Bu gün yine, Osman’ı konuştuk annesi ile. “ Biz O’nun engelli doğacağını ilk ultrasonda anlamıştık. Yaşasın istedik hocam. Harika bir çocuktu” Bilmem mi? Bütün çocuklar gibi tertemiz ve samimiydi. Hatta, kırıldı kırılacak gibi duran ellerini uzatır, merhaba der, hatır sorardı.“Dün O’nu gördüm rüyamda. Öyle güzel bakıyordu ki hocam…” Gözlerimizden domuran yaşlar hayatın sonsuzluğuna ışıyan keder renginde gibi. “Gözleri hep gülerdi Osman’ın” Sabrın en kesici tarafına yaslı duruyor yüreği anasının.“Osman’ın aynısını bulduk internette hocam. Nasıl da türkü söylüyor. Siz seversiniz diye düşündük hocam. Kızım bir göstersene çocuğun videosunu hocaya…” Çocuk bağlama çalıyor, elleri Osman, gözleri Osman, yüzü Osman, dili Osman. “Aynı vardan var olmuşuz” Annesinin elleri titriyor. Gözlerinin eteklerindeki çöküntüye biriken yaşları silmeye gücü yetmeyecek gibi. Osman. İyi ki öğretmenin olma şansı verildi bana.
ÇOCUKLAR HEP ÖLDÜĞÜ YAŞTADIR OSMAN