Çağa ayak uydurmak

featured
service

Her çağın her dönemi aynı zaman da geçiş sürecini içerisinde barındırır. Benim çocukluğumda 2000’li yıllar milenyum çağı olarak ilan edilmişti, şimdilik bu isim pekte kullanılmıyor, kuşaklara isimler verildi; x, y, z kuşağı olarak adlandırıyoruz.

1927 yılında başladığı belirtilen Sessiz Kuşak, babaanne, anneanne ve dedelerimizin içerisinde olduğunu söyleyebileceğimiz kuşak. 1979 yılına kadar sürdüğü belirtilen X Kuşağı çocukları, kurallara uyumlu, sadakatli ve çalışkan bir nesil olarak değerlendirilir.

Kimi araştırmacılara göre 1996’dan kimi araştırmacılara göre de 2000’den başlayarak günümüze geldiği belirtilen kuşak, Z Kuşağı olarak adlandırılmaktadır. Kuşağı, Y Kuşağındaki gibi sokak oyunlarıyla değil, teknolojinin nimetleriyle büyümüş bir kuşak olarak ön plana çıkıyor.

İnternet aracılığıyla sosyalleşmeyi tercih eden Z Kuşağı, teknolojinin ve gelişimin içine doğmuş, gözünü açtığı andan itibaren küresel bir dünyayla karşılaşmıştır.
Aslında her bir kuşak, diğer kuşağında kısmi özelliklerini taşıyor ve birbirini etkileyerek toplumun genel hatlarını oluşturmaya devam ediyor. Günümüz kuşağının büyük bölümü sosyal ilişkilerinde çok zayıf ve deneyimsiz. İnternette, sanal ortamlarda saatlerce görüştükleri kişilerle yüz yüze tanışmak, normal sosyal ilişkiler geliştirmek çoğunun aklına bile gelmiyor. Diğer nesillere kıyasla çok daha hassas ve kırılgan, baskı ve eleştirilere karşı daha dayanıksızlar. Günümüz teknolojisinin ve sanal ortamın 7’den 70’e herkesi içine sürüklediğini söylemek ise yanlış olmaz.

Çağımızın en önemli sorunlarından birisi de bencillik. Bana kalırsa bir hastalık çeşidi sayılmalı. Çünkü yaşamak için birlikte hareket etmeye, çalışmaya, üretmeye, paylaşmaya ihtiyacımız var. Maddi ve manevi anlamda sadece kendini düşünen bireylerin olduğu bir toplulukta yaşam zorlaşır. Sonrasında çember daralır ve bencilliğin cezasını her birey deneyimler. Tüm kuşaklarda, toplumun içerisinde bencil insanlar hep var olmuştur. Ancak bencillik toplumsal bir boyuta ulaşmışsa eğer işte orada hastalık öldürücü bir hal almaya başlar.

Çocuklarımızı yerden yere vurmuyorum, yermiyorum. Ama, Cumhuriyet Kuşağı olarak adlandırılan Sessiz Kuşak’tan bugüne türlü harflerle andığımız geçmişimizde deneyimleri, öğrendiklerimizi, değerlerimizi, kimliğimizi de sürdürmemiz ve aktarmamız gerekiyor.

Geçenlerde Caroline Finkel’ın Rüyadan İmparatorluğa Osmanlı kitabını okudum. 700 yıllık tarih yaklaşık 700 sayfa ile anlatılmış. Yazar tam ifadelerle olmasa da şu sözlerle kitabı tamamlıyor; ‘Nasıl ki, Osman’ın rüyası bugün, bir an olarak anlatılıyor ve tarih kitaplarında yer alıyorsa, Atatürk’ün rüyası da bir gün bir rüya olarak tarih kitaplarında yer alabilir’

Günümüz insanı, önüne ne koyulursa onu tüketiyor. Tüketme arzusu ve ihtiyacı da hiç dinmiyor. Teknoloji ise okuma, araştırma ve öğrenmeyi kolaylaştıracak önemli bir etken olmasına rağmen bu ihtiyacı gidermek için kullanılmıyor.

Bu nedenle ben çağa, bu anlamda ayak uydurmayı istemiyorum. İyi bir sosyal medya kullanıcısı değilim, beni de içine çekmesinden korkuyorum.
Finkel’ın sözleri ise, tarihe, dolayısıyla deneyimlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Yolun sonunun nereye çıkabileceğini hiç düşünmüyoruz.

Çağa ayak uydurmak