Bugün 19 Mayıs

featured
service
Bir ülkenin inşaasında emeğiniz yoksa kendinizi suçlu veya ikinci sınıf hissedersiniz. Elde değil böyle hissediş.Bizim çocukluğumuzda, saygıdeğer ve rahmetlik ustam Cahit Kulebi’nin dediği türden eşkıya öyküleri anlatılır, gecelerimiz tedirginlik renginde uzardı sabaha. Hatta tek tük farklı ölüm şekillerinden bahsedilirdi, “…çalışmadan gelirken eşkıyalar önünü kesmişler, o da dağı dolanayım derken kayalıılardan yuvarlanmış, öbürü de suya düşmüş.boğulmuş, cesetleri koku ve sineklerin dikkat çektiği nedeniyle bulunmuş..” gibi hüzünlü öyküler birer kahramanlık destanı gibi süslenir, saatlerce olayın geçtiği yer, kurbanların hali, olayın sebepleri ve tüm sonrası güzel güzel betimlenir oylum oylum kafamıza doldurulurdu.Akşamları anlatılan bu tür öykülerin hepsi bir bir aklımda olmasına karşın, hiç aklımdan çıkmasını istemediğim duyduklarım da var. Çok tekrar edeni görmemekle birlikte, onların doğru oluşları gönlümün terazisini dengeliyor.Üzücü ve hüzün vericilikleri bir yana, geçmişin ve bu günün akışına yön vermişlerin soyumdan veya köyümden olması beni daha güçlü kılıyor. Bakınız, onlu yaşlardayım, yirmi yokum yani, kaynanam Zöhre Aslan bir sohbetine denk geldim, eskilerden söz ediyor; ” Kuzu Ali dedem varmış, Abbas Emmi’min babası, o zamanki harplere gidenlerden. Köye gelirler, harbe gidecekleri tedarik ederlermiş, zamanın birinde yine haber gelmiş, bizim köyde eli silah tutanlar bir olmuş birlik olmuşlar, nereye ise tam bilmiyorum oraya gitmişler, yıllar sonra ya dönmüşler ya dönmemişler. Kimse bilemezmiş zaten dönüp dönmeyeceklerini, orasını Allah bilirmiş.Babamgilden duyardım, Kuzu Ali dedem bir daha dönmemiş. Sade o değil, gidenlerden hiçkimse…” Belli ki Birinci Dünya Savaşı zamanındaki gidenlerden Kuzu Ali.İlk defa duyuyorum savaşlarda şehit olanlarımızın olduğunu.Yatılı okuduğum yıllarda, birçok arkadaşım ve öğretmenlerim dedelerinin “bu memleket için can verdiklerini” anlatırlarken, sahiplik ve nimetlerinden faydalanma konusunda da alabildiğine haklı görüyorlardı kendilerini, doğaldır ki çocuk olan ben kendimi bedavacı, itilmiş ve sahiplikte paysız görüyordum. İşin garibi, halen anlayamadığım kimi terbiyesizlerin vatanı bize karşı savunduklarını söyleyişlerine tanık oluşum ölene kadar taşıyacağım yaralanmalara sebep oomuştur bende.Çanakkala’de şehidi olmayanın bu topraklarda onurlu gezmeye hakkı yok dendiğini çok duydum. İçim ezilirdi, bizim köylülerden niye biri de çıkıp demezdi ki, şu kadar şehidimiz var, şu bölüğün aşçısı bizim köylü, bir çavuş vardı ha işte o falanın dedesi gibi. Yakıcı bir ihtiyaçtı benim için.Şimdi daha donanımlı haldeyim, daha kolay ifade edebilirliğim olmasına karşın, bizim köylülerin susmalarının altındaki o güzel erdemliliği çok daha iyi anlıyorum.Onların baktığı yerden görünen oydu ki; vatanı ve geleceği savunurken herkes üstüne düşeni yapmış, sorumluluklarını yerine getirmiş, çoluk çocuklarının ırzını ve geleceğini korumuşlar, bunu yaygara etmek, bundan ayrıca bir söz etmek geleneğe ve vicdan ahlakına aykırıydı. Zamanla başımıza kakınç olsa da, dile getirmeyi düşünmemiş olmaktan ben de mutluyum.Bu gün Ondokuz Mayıs olduğu için aklıma geldi. Geçenlerde bacanağım Şerafettin Utuş, bir sohbet anında ” babamın dedesigil yedi kardeşlermiş, hepsi de savaşlara gitmiş daha dönmemişler, hepsi de şehit olmuş, o zamanlar babamın dedesi dokuz yaşında olduğu için gidememiş, kalmış köyde, iyi de olmuş bizler töremişiz…” dedi, çocukluk yıllarımdaki ruhumu inciten bedavacılık hissine sevindirici bir darbe de o gün indi.Öyle ya, köyün tarihi dörtyüz elli yılı kesin bilinen bir evinin yedi genci de eli pusat tutuğu için geleceği kurtarmaya gitmişler, ustam Hasan Hüseyin’in “susa susa biriktirmiş Anadolu” insanlarının, çilesi ve ölümü üzerinden yaşamakta haklı olduğumuzun gerekçelerini derlemek, şan ve şöhret cilacılığı yapmak bile zamanla ihtiyaç haline getirilmiş.Biz, susan büyük çoğunluğun çocukları olarak, başkaları incinir diye, “bu memleket bizim” demekte bile inciticilik sezmişiz.En son şehidimiz köye geldiğinde bizler ilkokul çağına gelmiş sayılırdık, halamın oğlu rahmetlik Salih İlter (biz Salif derdik) vurulmuş, naaşı suskunluk ve hüznün koynunda, köyün girişindeki kıranın başından, kırmızısı yüreğe banılmış, beyazı süt akından durultulmuş ayyıldızlı bayrağa sarılı halde ağır ve usul, bir dağın göğsünden sökülmüş nazlı bir tepe taşınırcasına indiriliyordu köye. Çocukluğunun çığlıkları, öpülürkenki sevinç kahkahaları, çimdiği özler, pancardan yaptığı oyuncaklı anılar, arkadaşlarıyla omuzlaştığı sokaklar göğe direkcesine acıyı belgeliyordu. Ağızları bıçak açmıyor, eller tabuta uzanmış, yüzlerde bulaşkan bir ölüm beyazı, her evden bir anı, her sesten bir Salif eksilmişti.Ondokuz Mayıs diye geldi aklıma.Bu gün Ondukuz Mayıs, yani biz onurlu yaşayalım diye öleceklerin rızasının alınmaya başlandığı gün.Bu gün Ondokuz Mayıs, yani tarihi babalarının çiftliği sananların zulmüne dur demeye karar kılanların umut günü.Bu gün Ondokuz Mayıs, yani Çanakkale’de soyumuzu kıranların hokkabazlıklarına bir son vermek düşüyle yürüyenlerin tutunuş günü.Bu gün Ondokuz Mayıs, yani milletimizin mazlum milletlerin kanıyla dönen çarklarından birini kırma azmininin başlangıç günü.Bu gün Ondokuz Mayıs, yani Anadolu’nun yoksul yavrularının Kurtuluş Savaşı’nızın kahraman ve şanlı şehitleri olmaya ahdettiği gün.Bu gün 19 Mayıs, yani Samsun. Bu gün 19 Mayıs, yani Mustafa Kemal. Bu gün 19 Mayıs, yani Cumhuriyet. Bu gün 19 Mayıs, yani bağımsızlık. Bu gün 19 Mayıs, yani barış. Bu gün Ondokuz Mayıs, yani “sen şehit oğlusun” Bu gün Ondokuz Mayıs, yani unutma.ABBAS TURAN Kurtuluş Savaşı şehit ve gazilerine minnet ile.
Bugün 19 Mayıs