Dar çerçevedeki biriciliği anlıyorum. Fikrimiz veya düşümüz akrabadır, biraz da hayatın yakın ortağı isek, olabilir. Ancak, bizi anlamlı kılıp hayatımızı kolaylaştıran ve gerçekte bizim için eşsiz olanları, onun uğruna kıracak kadar işi ilerletmiş isek, başta kendimize olmak üzere bu bir haksızlıktır.
Tuttuğumuz takımının kalecisine ileri geri laf etmeyeceksin, partimizin başkanına eleştiri dahi olsa yapmayacaksın, bizim şairimizin harf yanlışı bile şiirinin gereğidir, biz severiz de köşe yazarı doğruları yazmaz mı, bizim “idolüne” laf edecek adam, babamız bile olsa affetmeyiz, bizim artistimiz sözkonusuysa akan sular durur.
Biricilik, tam da bu tür ifadeler etrafında kümelenen edebiyat (!) sayesinde tekmeliyor özgünlüğü ve özgürlüğü. Bizim tercihimiz arasına girmeye can atan, hatta bunu çoktan hak etmiş o kadar kişi var ki, maruz kaldığımız, biraz da ilkelilik adına sürdürdüğümüz, (ne acıdır ki) tek taraflı bağımlılık buna engel oluyor. Bilinçli yapmasak bile, hem şahsımızın hep toplumun, hem de insanlığın lehine olacak güzelliklerin hayat bulma şansını elinden almış oluyoruz.
Biricilik ve türevi takıntıların insanın değer ve özgürlük alanını işgalininin sebeplerine girmeyeceğim ancak, şu bir gerçek ki, cehalet ve yönlendirmeye yatkınlık, o sebeplerle yakın akraba kimliğini taşıyorlar. Biri, körükörünelik yarattığı için değişme ihtiyacını hissedilmez ediyor, diğeri de, ilkel aidiyet ihtiyacını istismar edeceklere hazır bulunuşluğun ta da kendisi oluyor.
Sonra ne oluyor?
Evde konuştuklarımız dahil, beğenilerimiz ve beden ölçülerimize kadar herbir bilgiyi uzak noktalara nakledip, şahsımıza özel bulut havuzlarda toplayanlar, zaaflarımızın, etnik kökenimizin ve bizi biz edenlerin bilcümlesinin izdüşümünden kullanılabilirliğimizin derece bilgisini de ediniyor. Nihayetini, daha önceki yazılarımızda önemle vurgulamıştık. Bu yazıya kalan şudur; bilinci, irade ve insanlık birikiminin etkisine açmak için, ileride ele alacağımız bişeyciliğin ve biriciliğin ayakları altından kurtarmak önerisidir.
Biricilik, çok yaygın bir ifade olmasa da, çok yaşanan önyargı eğemenliği de tüter. Zaten, algı ve davranışın kökünde önyargı var ise, temelsiz kabullerden söz edilebilir demektir. Birini geçtim, tahribat birincinin öğrenme ve değerleme gücünün söğünmesi biçiminde ortaya çıkar.
İnsanı, bütün aynalarda kendine anlamlı gösteren ve benliğindeki kendinin altını kalın kalın çizen, toplumsal boyutuyla tezahürü tam olmasa da farkının farkındalığıdır. Yani, kimsenin kendisini, (hele ki uzaktan) müptelası, sarhoşu ve kölesi edemeyeceği hissini yaşatan inanmışlıktır.
İki dudağını, kaşının arasını, gazetesini, gurup toplantısını, medyaya beyanını, sosyal medya söyleşisini veya bizzat kendini gözlediğimiz insanların dünyasının bir parçası olduğunu sanarak hayatın belli alanlarını o renge boyamak, yetmiyormuş gibi, cendere oylumlu kısır döngü oluşturmak çaresizliğin de hüküm sürdüğü bir durum. Buna kargadan başka kuş tanımazlığı da eklersek, toplumdaki yaygınlığına göre, umutsuz vaka denilebilir.
İnsanın sosyal canlılığı, fikrinin bilgiye dayalı olmasıyla medeniyet meydanında salınır. Taklit aslını yüceltir hikayesiyle de ilgisi olan bir durumdan söz ediyor olsam da, burada taklit çok düşük oranda, fazla olan, birini herkese karşı, fikrini her fikre karşı, varlığını her vara karşı tek geçmek, üstün saymak, olası kulaktan dolma edebiyatının verilerini kullanmak. Yani, kendi gerçeğini ve hayatın akarında her an güncellenen gerçekliği yitirmekle kalmayanlarımız, düşünsel boyuttaki gettolarını inşa ederek, toplumsal geçirgenliği zedelenmektedirler. Bu da, bilim, sanat, doğa ve inanç etkileşimli gelişmeyi, kişi nezdinde olduğundan daha çok toplum için de zedelemektedir.
Biricilik,malesef en kaba halini kraldan daha kıralcı olan canların kişiliğinde sergiliyor. Sosyal medyada, toplumun ilgilendiren hemen hemen her konuda yüzlerce örneğinin yaşandığını belgeleyen paylaşımlar, kötü olsun da bizim olsun, uzayan kol bizden olsun gibi yargıları da destekleyerek, herkesi kendi şatosuna hapis ediyor diye düşünüyorum.
İşin ciğer sızlatan gerçeği ney biliyor musunuz; bu olup bitenlerden “uğruna ölümlere gidip geldiğimiz” birilerinin haberi yok.
Dün de yoktu.
Yarın da olmayacak
Hayat, umut ettiğimiz yarınları da kapsadığı için, yarınların çocuklara yaraşır olması adına ,arada bir şimdiden bahsetmekte yarar olduğu kanaatindeyim.
Yoksa bu kadar ivirli civirli yazmak niye olsun?
Cevizin kırkı kırk para da, ben ütüldüğüme yanarım diyen cana kurban.