Anaların ağlaması bir beter

featured
service

Ustam Hasan Hü­se­yin Kork­maz­gil, “bak­tım anam sağ, dal­dım oyun­ca­ğı­ma'” di­ze­si ile, ana ve çocuk ara­sın­da­ki mu­ci­ze bağı büh­tan etmiş. Ondan son­ra­sı­nı biz ço­ğal­ta­bi­li­riz.

Çocuk gö­züy­le ba­kıl­dı­ğın­da gö­rü­len odur ki, ana­lar gö­rü­nen dün­ya­nın en bü­yü­ğü, en kud­ret­li­si, en gü­ve­ni­li­ri, en iyisi, en gü­ze­li, en gü­çül­sü, en gü­ven­li­si. Ço­cu­ğun, güçlü gör­dü­ğü ve ya­nın­da olan ana, bi­linç­li de olsa gü­dü­sel dav­ran­ma­nın key­fi­ni elden bı­rak­maz. Ana ve anaç kar­tal­lar gibi. Bir­kaç metre uza­ğın­da bile, lokma boğ­za­ına di­zil­di­ğin­de, göğsü sız­la­dı­ğın­da, içi yan­dı­ğın­da, su­sa­dı­ğın­da, üzün­tü veya se­vin­ce tanık ol­du­ğun­da ço­cu­ğu gelir ak­lı­na, her du­ru­mu onun du­ru­muy­la öz­deş­leş­ti­rir. Kö­tü­den ko­rum­ya, iyi­den fay­da­lan­dır­ma­ya yo­ru­lur durur ço­cu­ğu adına.

Ana has­sas­tır; ço­cu­ğa değen rüz­ga­ra bile gü­ce­nir için için. Fe­da­kar­dır ana; ço­cu­ğu­nun te­li­ne bile zarar gel­me­ye­ce­ği­nin gü­ven­ce­si­ne kar­şı­lık ca­nı­nı verir. Sevgi de­ni­zi, mer­ha­met der­ya­sı­dır ana. Ba­kış­la­rı­nın ucun­dan, el­le­ri­niz­le bile dev­şi­re­bi­lir­si­niz adan­mış­lı­ğın söze gel­mez hüz­nü­nü.

Ana­lar, ce­ha­let ve hı­ya­net­ten kay­nak­lı zulüm şim­şek­le­ri­nin hep­si­nin ilk vur­du­ğu can­lı­lar, be­şe­ri­yet­te in­sa­nın ço­ğalt­tı­ğı acı­la­rın ilk ku­yu­la­yı­cı­sı, çelik ira­de­li, duy­gu­nun en has­la­rı­nı ha­ya­tın so­kak­la­rı­na se­vekt­me­ye ça­lı­şan, kad­ri­nin bi­lin­me­yi­şi­ne al­dı­rış et­me­di­ği gibi, sin­di­ril­me­ye, aşa­ğı­lan­ma­ya, ne yazık ki türlü çe­şit­li ge­rek­çe­ler ile öl­dü­rül­me­ye ça­lı­şı­lan mu­ci­ze yu­ma­ğı­dır­lar. Sab­rın koyu sus­kun­lu­ğun­dan, ha­re­ke­tin en ölüm­lü­sü­ne kadar, ge­rek­çe­si­ni yü­rek­le sa­vu­na­ca­ğı se­rü­ven­le­ri var­dır ana­la­rın. Ölüm anına kadar, an­la­şıl­ma­dı­ğı­nı, har­can­dı­ğı­nı, at­tı­ğı hiç­bir taşın ye­ri­ni bul­ma­dı­ğı­nı bile bile ya­şa­mak, öpe öpe, bağ­rı­na basa basa, nazlı nazlı, yü­re­ğin­den ışık em­zi­re em­zi­re bü­yüt­tü­ğü yav­ru­la­rı­nın maruz kal­dık­la­rı ölüm­lü oyun­la­ra engel ola­ma­mak ağ­rı­sı hangi ölüm­lü­nün ta­ham­mül ede­bi­le­ce­ği ça­re­siz­lik­tir?

Son yıl­lar­da, dün­ya­da olup bi­ten­le­rin yürek ya­kan­la­rı­nın, ya­zı­lı ve gör­sel ba­sı­nın da et­ki­siy­le ana­la­rın, çağın an­la­mı­nı bozan fer­yat­la­rı üze­rin­den ele alın­dı­ğı­na tanık olu­yo­ruz. Tarih, erkek hor­lu­ğu dahil bir­çok se­bep­ten kay­nak­lı so­run­la­rın ce­re­me­si­ni ana­la­ra çek­ti­ren, utan­dı­rı­cı olay­lar­la do­luy­ken, ge­li­nen za­man­da, aynı filmi iz­li­yor olmak, in­san­lı­ğın umu­du­nu piç­leş­ti­ri­yor, güven ve din­gin­lik ta­dı­nı öte­li­yor. Er­kek­li­ği bile ka­dı­na ha­ki­mi­yet üze­rin­den ta­ri­fe kal­kan­lar, dö­vü­şün­de çe­ki­şin­de ka­dı­nı ga­ni­met sa­yan­lar, düş­ma­nı­na olan hın­cı­nı ka­dı­nın ır­zı­na ge­çe­rek çı­kar­ma pe­şin­de olan­lar, onu ikin­ci sı­nıf­lı­ğa, ce­ha­le­te, ken­din­den utan­ma­ya, yal­nız­lı­ğa, dört duvar ara­sı­na, mes­lek­siz­li­ğe, er­ke­ğin eline bak­ma­ya, dö­vül­me­ye, sö­vül­me­ye, kork­ma­ya, teh­dit ve san­ta­ja­lı ha­ya­ta mec­bur eden­ler, on­la­rın ço­cuk­la­rı­nı da aynı hun­har­lık­la öl­dü­rü­yor­lar.

Hiç uğ­ru­na kan­dı­rıp el­le­ri­ne silah ve­ri­dik­le­ri gibi, uyuş­tu­ru­cı­ya, umut­suz­lu­ğa, sev­gi­siz­li­ğe, kine, ha­se­te, ha­ya­sız­lı­ğa, kana, öl­dü­me­ye alış­tı­rı­yor­lar. Gerek kut­sal­la­rı­nı, gerek ac­zi­yet­le­ri­ni, ge­rek­se genç­lik­le­ri­ni, vc­dan­la­rı sız­la­ma­dan kul­la­na­rak, on­la­rın eliy­le dün­ya­yı her cana ya­şan­maz edi­yor­lar. Ya­şa­mak için öl­dür­me­nin “mübah” ol­du­ğu fik­ri­ni, aklı ve vic­da­nı ol­ma­yan­la­rın bul­du­ğu yön­tem­ler­le aşı­lı­yor­lar. Önce ek­me­ğe, in­sa­na ve in­san­lı­ğa muh­taç edip, pe­şin­den yapay do­yu­ru­cu­la­rın müp­te­la­sı birer canlı ha­li­ne ge­ti­ri­yor­lar. Son­ra­sı “emre amade” köle ve kö­le­lik. Ana­la­rın ci­ğe­ri­ni dağ­la­yan her şey, bun­dan son­ra­ki­ler­dir işte.
İnsanı kıy­met­siz­leş­ti­ren, hatta ona köle mu­ame­le­si yapan ve iş­le­yi­şi mü­kem­mel sis­tem­ler oluş­tur­du­ğu­nuz­da, sizin de ana­nı­zın ağ­la­ma­sı ka­çı­nıl­maz ola­cak­tır.

Maddi ni­te­lik­te “artı değer üret­mek” adına, can ta­şı­yan her şeyi, ölüme sür­mek­ten ka­çın­ma­ya­ca­ğı­nız yapay zo­run­lu­kuk­lar cen­de­re­sin­de ka­lır­sı­nız. Ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne ken­di­ni­zi ve kö­le­le­ri­ni­zi inan­dır­dı­ğı­nız, on­suz­lu­ğun cin­net ve ce­hen­nem ol­du­ğun­dan adı­nız gibi emin ol­du­ğu­nuz, düğ­me­li yıl­dız­lar­la ışı­yan dün­ya­nı­zın der­di­ne dü­şer­si­niz. Böyle bir dün­ya­da, ana­la­rın ağ­la­ma­sı, ba­ba­la­rın dö­vün­me­si sı­ra­dan­la­şır, za­man­la da ge­le­nek­sel tören ri­tü­eli ola­rak kabul görür, belki bir zaman sonra on­la­rı da, is­tek­le­ri üze­ri­ne ölen ço­cuk­la­rı­nın ya­nı­na aynı yön­tem­le öl­dü­rüp gömme adeti baş­lar.

Ka­lır­sa el­bet­te bir iki sa­nat­çı, bir­kaç çağ­dı­şı fi­kir­le­ri olan yani eski ka­fa­lı, ileri geri ko­nu­şan­lar kalır. Ya gör­mez­den gelir, ya da bir yo­lu­nu bulur iti­bar­sız­laş­tı­rır­sı­nız on­la­rı.

“Felek sana net­tim ney­le­dim” na­ka­ra­tıy­la “büyük balık küçük ba­lı­ğı yutar” adlı cin­net tür­kü­sü­nü ko­lay­lık olsun diye nin­ni­leş­ti­rir bun­dan son­ra­ki ana­lar. Ağ­la­ma­yı za­man­la unu­ta­ca­ğı için insan, “nos­tal­jik amaç­lı”, arada bir iki ana ağ­la­tır, “caf­ca­fı ol­ma­yan” yani sa­de­lik ta­şı­yan bir tören eş­li­ğin­de ta­le­bi olan­la­rın he­ve­si­ni sa­var­sı­nız.
“Pat­ron is­te­me­se de sö­mü­rür” ge­ve­ze­li­ği­ni rakı ma­sa­la­rın­da ya­ka­lar, fo­tog­ra­fı­nı çeker, ib­ret-i alem için feys­buk, ins­tag­ram ve ti­vı­tır’da pay­la­şır­sı­nız. Ken­di­le­ri­ni öz­le­yen, merak edip gör­mek is­te­yen gurup veya ki­şi­le­rin bu ih­ti­ya­cı­nı gi­der­mek adına, “sel­fi­ye” ya­pa­cak­la­rı tek­no­lo­jik alet­ler öne­rir, ge­re­kir­se “fi­nan­sal des­tek” sağ­lar­sı­nız olur biter.

Ney­miş efen­dim, son model me­de­ni­ye­ti­miz­de ço­cuk­lar ana­sıy­la ölüme üşü­yor­muş.
Yok daha neler.

Anaların ağlaması bir beter