Sahip çıkamadıklarımız

featured
service

Her geçen gün, toplumsal ilişkilerin paraya, güce, hırsa, bencilliğe ve tekdüzeliğe doğru yol aldığı bir süreci yaşıyoruz. Bu genel davranışa aykırı herhangi bir tutum ve söylem sizi bir anda günah keçisi haline getiriyor. Oysa kolayı da bir yöntem olarak karşınıza çıkıyor; Kitlelerin de alıştırıldığı gibi gücün yanında olmak.

Aykırı seslerin susturulduğu, cezalandırıldığı bir dönemi yaşıyoruz. İnsanlık tarihinin kazanımlarına ve değerlerine sahip çıkmak istediğinizde, ne acıdır ki toplum da sizi ötekileştiriyor. Gündemin sürekli değiştiği ve değiştirildiği ülkemizde ekonomiyi, sağlığı, eğitimi konuşmak dururken bir gün Kanal İstanbul’u, bir gün Libya’yı, bir gün Ayasofya’yı, bir diğer gün Baroların dağıtılmasını bir diğer gün ise başka bir şeyi konuşuyoruz. Gündem bir türlü tükenmiyor. Ve bazen atılan adımlarda da söylemler Cumhuriyet’in kuruluşuna dek uzanıyor. Mesela neden Ayasofya Camii bir siyasi malzeme olarak kullanılabiliyor?

Ve tüm olup bitenlere baktığımızda söylemlerin toplumun milliyetçilik damarlarına seslendiğini görüyoruz. Güçlü Türkiye, söz sahibi ve kıskanılan bir ülke. Bir de Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılında sona ereceği iddia edilen fısıltı gazetesinin ortaya attığı sözde yaptırımlar. Üzerinde durulası bir konu bile değilken dilden dile dolaşıyor, çok kez duyuyorum, “Lozan ile yer altı kaynaklarımızı kullanamıyoruz, 2023 yılı bir gelsin bakalım”

Güçlü Türkiye ve kıskanılan bir ülkeyi toplumun ruhunu okşayan konuşmalarla mı sağlayacağız? Ayasofya Türkiye topraklarında istediğimiz kararı alabilir ve uygulayabiliriz ancak, kapatılan devlet fabrikalarını, yabancılara satılan Tekel’i, Türk Telekom’u, Tüpraş’ı ve diğer KİT’leri ne yapacağız? Bunları nasıl yorumlayacağız? Kırılgan bir ekonomiye sahip olmamızı nasıl açıklayacağız? Milyonlarcamız her gün çalışarak ve harcayarak sermaye sahiplerinin gücüne güç katmıyor mu? Alınterimizle kimlere neler kazandırıyoruz, neden bugün sahip çıkamadıklarımızı konuşamıyoruz?

Yap işlet devretlerle uğradığımız zararlar, köprülere verilen geçiş garantileri, uçuş garantileri, hasta garantileri. Söz de cebimizden para çıkmadan yapılan yatırımlarla zarara uğramıyor muyuz? Kimler parasına para katsın diye tüm enerjimizi heba ediyoruz?

Ve demokrasi. Siyasetçilerin bir araya gelerek tartıştığı, insanların ülke geleceği hakkında medeni bir şekilde konuşabildiği, meclisin işlevinin olduğu o günler nerede kaldı?

Geçmişteki toplumsal ilişkilerimiz ile bugünleri yan yana getirdiğimizde hangi farkları sıralayabilirsiniz? Düşene yardım eli uzatan, yardımlaşan bir toplum iken bugün nasıl bir topluma doğru yürüyoruz. İnsanlar birbirlerine ne kadar güvenebiliyor?
***
“Duwarmish” kızılderililerin resisi Seattle’ın Amerikan Cumhurbaşkanı Franklin Pierce’ye mektubundan; “Çocuklarınıza bizim öğrettigimiz şeyleri öğretin. Toprak bizim anamızdır. Ve toprağa tükürülmez. Toprak insana değil, insan toprağa aittir. İnsan hayat dokusunun içindeki bir liftir sadece… Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzü ve toprakların sıcaklığını mı? Koşan antiopların çabukluğunu mu? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Ve siz nasıl satın alabilirsiniz? Bir kağıt parçasını imzaladığımız ve beyaz adama verdiğimiz için her şeyi yapabileceğini mi zanneder beyaz adam? Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek, bunu nasıl satabiliriz size? Son buffalo da öldüğünde onları tekrar nasıl satın alabilirsiniz? Beyaz adam geçici bir iktidardır ve o kendini her şey zannetmektedir. Bir insan annesine sahip olabilir mi?”

Sahip çıkamadıklarımız