O’NU ANLAMAK…

featured
service

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanını, seksenli yıllarda severek okumuştum. Cephelede kolunu kaybeden bir rütbeli, askerlerinden birinin köyüne gider, o köyde yaşamaktan başka çaresi kalmamış gibidir. Romanın tamamında, kendilerinin verdiği mücadelenin ışığının bu köye yansımadığı gerçeğinin hemen her türlü tezahürüne tanık olmaktadırlar.

Kahramanımız, zamanla Emine adında bir kızı sever, hayata umutla tutunmaya, pişmanlık duyar gibi olduğu milli mücadele günlerini unutmaya çalışır. Ta başından beri kendisine, onlar için uğruna hayattaki birçok şeyini, ömründen yılları, hatta kolunu kaybettiği insanlar homurdanıp durmaktadır. Nihayetinde, romanın sonunda, kendisini bir nedenle arayıp soranlara köylülerin verdiği cevap, “bilmiyoruz, şuradan bir yaban geçti” gibi gayet açık ve hüzün yaratan cümledir.

Niye bunu anlattım, onu da izah edeyim.

Romanın eleştirilerinin birinde, oradaki “Yaban” denen kolsuz Celal’in, iç sesi ve yaşadıkları konu edilerek Gazi Paşa olduğu ileri sürülmüştü.

Anadolu’ya gelip, onca mücadeleden sonra, yalnız kalmış, cehaleti ve horgörüyü silip süpürecek aydınlanma düşlemişken, kendi feodal çıkmazında cehaletine bağımlı Anadolu insanıyla karşı karşıya gelmiştir, -neredeyse- pişmanlık duyduğu gibi, şimdi hepsini tam hatırlayamadığım çıkarımlar okumuştum. Yer yer dostlarımla da bunu paylaşmıştım. Bu günlerde o kitabı tekrar okuma listeme koydum, ileride daha geniş değerlendirmeyi düşünüyorum tabi de, buradan geleceğim konu, Mustafa Kemal sahiden anlaşılamadı ve yalnız mı bırakıldı sorusunun cevabının bence ne olduğuydu.

O’NU AYDINLAR ANLADI MI?

Malesef, Mustafa Kemal’i vicdansızca eleştirmek aydınlarımız arasında da psikolojik pirim getiren modalardan. “Nihayetinde O da bir insandı” cümlesiyle başlayıp, “abartmaya gerek yok, iyi bir askerdi” ifadesiyle de olası tartışmanın önünü kesiyorlar. Kimilerimiz de, “kendisine lafım yok kardeşim, Allah razı olsun, faydalı işlere önayak olmuş ancaaaak…” cümlesinin peşinden heykellerinden, sofralarından, özel hayatından, geldiği yerlerden çakıyor yumruğu. En üzüntü yaratan eleştiri de, devrimlerin gereksizliği üzerinden yürütülen reddedici eleştiridir. Tekke ve zaviyelerin kapatılışı, eğitim öğretimin tek elde (Bakanlık) toplanıp karma eğitim zorunluluğu getiren “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, Halifeliğin kaldırılması, Latin harflerinin kabulü gibi milletimizin çağa ve kendi ihtiyaçlarına göre gelişmesini amaçlayan, iyi niyetli çabaların hiçe sayılıp görmezden gelinmesi modası, millet nezdinde beş kuruş etmese de, entellektüel çevre, yani aydınlar ortamında epey sükse yapmaktadır.

Peki, Mustafa Kemal ne yapsaydı sorusuna verilecek cevapları merak etmiyor değilim. Halk dediğiniz insanların yoksulluğu, cehaleti, hastalığı, yorgunluğu ve hatta geleceği sizi ilgilendirmiyorsa Mustafa Kemal’i anlamakta zorlanırsınız.

YA MUSTAFA KEMAL BAŞARAMASAYDI…

Ben nasıl anladım bakınız: Mustafa Kemal Samsun’a çıkma mücadelesinde başarısız olsaydı, İngilizler ve işbirlikçileri Rum çeteleri ile mücadele eden insanları bahane edip Karadeniz bölgesini yakıp yıkacaklardı, belki de nurtopu gibi bir Rum Pontus Cumhuriyetimiz olacaktı.

Mustafa Kemal Samsun’a çıkmasaydı, Anadolu’nun işgal kuvvetleri ve çaresizliklerden ne çektiği bilinmeyecekti, hatta Amasya Genelgesi, İzmir’in İşgali’nin millete duyurulması, Amasya Görüşmeleri olmayacaktı.

Mustafa Kemal itiraz etmeseydi, direnmeseydi, Erzurum Kongresi toplanamayacak (tam bu sırada, güzel insan, vatan sevgisi ve sağduyusu dillere destan, saygıdeğer Kazım Karabekir Paşa’yı saygıyla anmak gerek), “…doğu illerinin bir bütün olduğu, herhangi bir müdahalede birlikte savunulacağı” kararı da çıkmayacaktı.

Mustafa Kemal konuşmasaydı, koşturmasaydı, yorulmasaydı, Sivas Kongresi diye bir kongre toplanamayacak, uluslarası sömürgeyi beslenim yöntemi kabul eden devletlerin işbirlikçileri ve askeri gücüyle dayattıkları “manda ve himaye” reddedilmeyecek, “vatan bir bütündür, parçalanamaz”, “…savunması hep birlikte üstlenilecektir” inancı doğmayacak, mücadelesi başlamayacaktı.

Mustafa Kemal milletiyle düşünmese, milletine güvenmese, Kuvayi Milliye ruhu somut hal almayacak, Büyük Millet Meclisi açılmayacak, Büyük Taarruz balşamayacak, düşman İzmir’in eteklerinde denizle kucaklaşmayacaktı.

Hepsi bir yana, Mustafa Kemal çırpınmasaydı Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı.

Yani kardeşlerim;
Mustafa Kemal, milletimiz tarafından, emperyalizmin irili ufaklı çakallarına karşı verilen mücadelenin yemin metnidir.

Mustafa Kemal, mazlum milletlerin, elindekini avcundakini, hatta yüreğinden yürek göndererek desteklediği kahraman milletimizin çatık kaşlı şansıdır.

Mustafa Kemal, ırzımıza geçmek dahil, her türlü hunlarlığı sergilemekte kararlı gözüken, çelik postallı utanmazlar sürüsünü darmadağın eden, rüzgarın oğludur.

Mustafa Kemal, uykusuz kaldığı geceleri milletine duyduğu minnet, sevgi ve güvenle süslemiş masallar kahramanıdır.

Mustafa Kemal, milletimizin iradesine ipotek koymuş devletlerin ve ticari kuruluşlarının tekerlerine taş koyan yiğitlerden biridir.

Mustafa Kemal, Ankara bozkırının bir tepesinde, yıllarca, milletimizin ve memleketimizin bekçiliğini yapmış Köroğlu yürekli devlet adamıdır.

Mustafa Kemal, korkusuzluğumuzu tarihe nakşeden son yüzyıldaki dünya yiğitlerinin en sevilenidir.

Mustafa Kemal, dünyanın bütün devrimcileri ve vatanseverlerinin saygıyı görev bildiği barış adamıdır.

Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşımızın şanlı şehitlerinin komutanı, onların son kelime-i şehadetlerini duyan kahramandır.

Mustafa Kemal, Karadeniz’in Bandırma Vapuru’ndan sevgiyle aldığı, Akdeniz’in Hatay’la ödüllendirdiği, Ege’nin galibiyetle kucakladığı yorgundur.

O ki, Atatürk,
“Efelerin efesi”.
“Sarı Zeybek”
Okuyan.
Düşünen.
Çalışan.
Yiğit.
O ki, tümden umuttur.

O’NU ANLAMAK…