Nasıl ayakta kalırız?

featured
service
Yaşadığımız depremlerin sonrasında kısaca bir süre, depremlere hazırlıksız yakalandığımızı konuştuk durduk. Binalarının kalitesizliğinin yanında, sözde dini söylemler ile depremin gerekçesi olarak dile getirilen bağnazlığı saymazsak eğer, hatayı kendimizde aradık.Dini inancımıza göre depremin cezalandırma olduğunu ifade edenler, başka dinlere inananların depremden nasıl sağ çıktığını görmüyorlar mı? ‘Tedbir bizden, takdir Allah’tan’ diyerek her doğal afet sonrasında ‘mucize’ beklemeyi de artık bırakmamız gerekiyor.Saatler sonrasında hayata tutunan canlar bir nebze de olsa sevinmemize neden oluyor. Ancak, ölümlere baktığımızda hepsinin altından birer trajedi çıkıyor. Oturalamaz denilen binaların, ev sahiplerince kiraya verilmesi, inşaasında yapılan yanlışlar, denetimsizlik, para kazanma hırsı ve belki de en önemlisi yoksulluğumuzu ekranlardan izliyoruz. Kaderciliğimize ve inancımıza tutunarak kendimize teselli yöntemi arıyor, çaresizliğimizi ise gizlemeye çalışıyoruz.Yaşanabilecek olan depremler en dayanıklı bilinen yapıların yıkımına bile neden olabilir. Ancak yakın geçmişimizde yaşadığımız depremler; yoksul mahallelerde, köylerde yaşayan ailelerin hayatlarını yerle bir etti. Yaşamak mümkündü ancak, oraya o binalar yapılmamalı, o binalara iskanlar verilmemeli, gerekli denetimler yapılmalı, kolonların kesilmesine de göz yumulmamalıydı.Hayat, bizlere maddi imkanlarımız ölçüsünde ayakta kalma, yıkılmama şansı tanıyor. Depremden öte, her alanda buna bağlı kalarak sorunlarla boğuşmaya devam ediyoruz. Eğitim, sağlık, ulaşım, beslenme, giyinme ve tüm gereksinimleri ekonomik durumumuz belirliyor. Ülke yönetiminin topluma verdiği değerle birlikte bir de yanına yoksulluk eklenince yaşamın güzelliklerinden mahrum bir yaşam süre gidiyor.Bugün günlerden 10 Kasım. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937 yılı meclis açılış konuşmasındaki ifadeleri, toplumsal zenginliğe ulaşmada devlet politikaların önemine işaret ediyor;“Bütün devlet kuruluşlarının canlılığı, sağlamlığı, işletilmesi yönünden büyük dikkatle üzerinde durulması gereken mali hayatımıza değinmek istiyorum. Cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır. Bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır.1936 yılı bütçesi, gelir tahminine ve 1935 yılı gelir tahakkuklarına göre, 22 milyon fazla ile kapanmıştı. 1937 bütçesinin de bu güne kadar gösterdiği durum, aynı ümidi fazlası ile gerçekleştirecek niteliktedir.Bu sonuç, ülke ekonomisinin gelişmesinin, halkın zenginliğe ulaşmakta olduğunu belirttiği gibi, aynı zamanda, halk için çalışan bir hükümetin, halkın yararına olarak aldığı önlemlerin uygun olduğunu da göstermektedir… Devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine… Son iki yıl içinde hayvan, tuz, şeker, çimento, petrol, benzin, elektrik ve ham madde resim ve vergilerinde yapılan ve her biri % 30 – 50 oranlarında olan bir vergi indirimini gerektiren vergi yükü azaltılması, üretimin özendirilmesi yönünden vatandaş ve ülke için olumlu ve hayırlı sonuçlar vermektedir.”Halk iktidarından ve cumhuriyetten kopuş, zengin gelir kaynaklarına sahip olan ülkemizde, gelir paylaşımını da adaletsiz kıldı.82 milyon nüfusumuzla, üretim gücümüzü bir avuç insanın cebini doldurmak için kullandığımız sürece, ölmeye, nefesimizi de ekmek parası kazanmak için tüketmeye devam edeceğiz.Atatürk’ün işaret ettiği refaha sahip bir ülkeyi kurmak ve sorunların üstesinden gelebilmek hala mümkün.
Nasıl ayakta kalırız?