İnsanın Taşrası

featured
service
Bundan tam 12 yıl önce Ankara’nın kuzeyinde uzun yıllardır yayınlanan bir gazetede köşe yazısı yazmak için mail atmıştım. Olumlu gelen yanıt üzerine 3 yıla yakın süre köşe yazıları yazarak, bir yerel gazete için akla gelebilecek bir çok şeyi yaptım. Bu süreç dağıtım, reklam alımı, haber yapımı, halkla ilişkiler gibi bir çok konuda iyi bir okul olmuştu benim için. Bana henüz 18 yaşında iken böylesi bir deneyimi ve insanlara ulaşma imkanını veren ve özgüvenimi perçinleyen okulun adıydı UFUK Gazetesi.Geçtiğimiz günlerde telefonum çaldı. Arayan uzun yıllardır bir dost ve abi kardeş hukukumuz olan Onur ağabeydi. Yeniden yazsan ne güzel olur dedi. Esasında uzun zamandır boş bıraktığım ve doldurmayı hevesle beklediğim bir alandı. Hemen ve hızlıca sanki böyle bir teklifi uzun zamandır beklermişçesine, düşünmeden ‘elbette’ dedim.Yıllar önce birçok hissimin ‘dumanı üstünde’ olduğu o dönemde; polemikten kaçınmayan, sert bir dille yazılar yazıp kendimi halkıma anlatmaya ve elimden geldikçe ülkem için dertlenmeye başladığım zamanlarda köşemin adı ‘Sözün bittiği yer’di. Sözün bittiği yerde yazının başladığının altını ve üstünü çizmek için muhayyel bir kelime oyunuydu esasen. Severdim bu sözcükle oynama oyununu ve yitirmediğim özelliklerimden biri diye düşünmekteyim. Yıllar sonra düzenli bir köşe yazma niyetinden sonra, yaşadıklarımız ve bakış açımızın aldığı şekille beraber köşenin adını değiştirmek makul olacaktır kanısındayım. İnsanın Taşrası. Yeni köşemin adı olarak bunu seçmemin sebebi, hem ismin İnsan ve Taşraya dair betimlemeyi muazzam şekilde birleştirmesi hem de birleşmeden de ayrı ayrı biçimde yine bu köşenin yazarının derdini anlatmasıdır. İki derdim var memleketimle alakalı; biri insanımız diğeri taşramızın hali pür melali.Bugün bu yazıya başlık olarak verdiğim bu isim bundan sonra şayet becerir de devam ettirebilirsem yazılarımın bulunduğu köşenin de ismi olacak. Elias Canetti’nin o ruhu ezen ve insanın bu ezginlikten doğan sızısını harika bir aforizma yumağıyla anlattığı kitabının adıdır. Kendisine ve çevirmen Ahmet Cemal büyüğüme teşekkür ediyorum. Bir yerlerden bizleri gördüklerine eminim. Canetti’nin 1942 ve 72 yılları arasında yazdığı ve 30 yıllık bir süreci kapsayan bu kitabı okumanızı mutlaka öneriyorum.Bu arada fazla gazetede ya da portal da yazılarım yayınlandı. Geniş kapsamlı ekseriyetle anlık veya dönemli konularda yazmaya gayret ettim. Bir konu hakkında hali hazırda oluşan bir fikre katkı ya da muhalefet mahiyetindeydi. Köşe yazılarının refleksif yanını göz ardı etmeden köklü bazı konulara da değinmeye çalışacağım dilim döndükçe. Çünkü insan yazdıkça, yazının gücünü daha da ilerledikçe kendi gücünü keşfediyor ve her şeyin sonunda en büyük gücün insanın kendini değiştirebilme gücü olduğunu görüyor. Kendini değiştirebilen insanın ise değiştiremeyeceği şeyler oldukça kısıtlıdır diye düşünenlerdenim.Bu köşede insana ve taşraya yani memlekete dair bolca konuşacağız. Ama ilk yazının, ilkin kendini anlatma yükümlülüğünden ötürü başkaca bir konuya değinmiyorum. İnsanın sere serpe uzanacağı, kaygısız güleceği, mavi göğe dokunacak kadar hür olacağı, açlığı ve yoksunluğu eskimiş bir mektup gibi kenarından yakıp atacağı günlerde.. Taşra’yı kır yapalım diye..
İnsanın Taşrası