İzmir ne yana düşer usta?

featured
service
Onlarca yıldır usanmadığım derdim, Kurtuluş Savaşı’mızın olaylarının gerisindeki gerçeklerine yönelik araştırma telaşım arasında İzmir’e o kadar çok rastladım ki şaştım kaldım. O’nu ayrı ele alacağım düşüncesi ile de, kaynaklarda rastladığım şaşırtıcı tarihi gerçekleri olabildiğince ajandalara not ettim.Hatta bir ara Dağ Başını Duman Almış başlığı ile yazmaya başladım. Bundan maksadım, Kurtuluş Savaşı’nın sürecindeki akışı Mehmetçiğin ruh hali üzerinden, biraz da masalımsı olarak görünür etmekti.Gazi Paşa’nın Samsun’a çıkışından sonraki günlerde, tehlikeli olmakla kalmayıp, çetin koşullarda yaptığı yolculuklar sırasında sık sık “dağ başını duman almış, Gümüş Dere durmaz akar/güneş ufuktan şimdi doğar/yürüyelim arkadaşlar” dizelerindeki umuda yasladığı halini de bu akara eklemek de buna dâhildi.15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali, 19 Mayıs 1919’da Gazi Paşa’nın Samsun’a çıktıktan itibaren direnişi ve kurtuluşu hazırlama çabasındaki haklılığı erkenden ortaya çıkarmıştır. Bundan sonradır ki, gerek İstanbul’da gerek ise yurdun diğer taraflarında işgale direniş ve kurtulmak adına girişilen mücadeleler artmış, bunun meşruluğunu anlatma çabası da Gazi Paşa ve ilgili millici güçlerin meşru zemini olmuştur.İzmir, batıya doğru uzanmış, denize kadar olan topraklarımızın sonu olması bir yana stratejik, coğrafyası güzel, limanı ve denizi ile namlı bir yerleşim yeri. Türkiye’nin dünyaya açılan denizli kapısı olmanın yanısıra, içinde farklı milliyetten ve inançtan insanlar barındırdığı için Osmanlı İmparatorluğu zamanında da yabancılar ile karmaşık olduğu kadar hareketli ilişkileri olan bir şehir.Bu durumundan dolayı da, başta Yunanistan olmak üzere denizaşırı ülkelerin de dikkatlerini üzerinde tutmuştur.Geçiyorum bunları.Asıl gelmek istediğim, İzmir’in şanına şan katan Kurtuluş Savaşı’mızdaki doğrultunun zafer noktası, yani umut noktası oluşudur. İstiklal Harbi’nin eşgüdümleyicisi ve baş mimarı Gazi Paşa’nın “ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir” ifadesi ile kast ettiği son da İzmir’dir. Çünkü milleti yasa boğan felaketin başladığı yer, işgalci güçlerin maşası olan Yunan askerlerinin aslan kesildiği yer, orduyu bekitme ve tüm yurdu işgal etme amaçlı hazırlıkları besleyen ana damarın denizden dünyaya açıldığı yer, tarihi bir takım bağları da bahane eden işgalci güçlerin destekçilerinin hayli fazla olduğu yer. Düşman girdiği yerden kovulacaksa, işte burası İzmir’di.Sakarya Meydan Muharebesi günlerinin sonunu konu ettiğim bir ortamda Gazi Paşa ile karşılaşan Nazlım Çavuş adındaki kahramanıma vermiştim konuşma görevini. Gazi Paşa soruyor; “İzmir’i bilir misin Çavuş?” “Bilmem ki paşam.” “Öyle mi?” “Evet Paşam.” Gazi Paşa bir an durakladıktan hemen sonra sigarasından duman çekti ciğerlerine. Kaşlarını göz kapaklarına doğru eğdi ve beş metre kadar ileride hazır olda emir bekler vaziyette duran ve ciddi ciddi titreyen İkrar Çavuş’a döndü ve sordu; “İkrar Çavuş, İzmir’e ne kadar zamanda varırsınız, içinizde hesaplayan oldu mu?” “İzmir mi Paşam?” “Evet çocuk, İzmir.” “Ben ne İzmir’i bilirim, ne de başka yer Paşam.  Ankara’yı bile bilmem. İstanbul’u da duyardım hep. Kırşehir’in dışında bildiğim yer yok. Buraları da yeni bildim”Sahi İzmir nasıl bir yerdi ki?Gazi Paşa’nın dudaklarına dolaşan bulut çözüğünü andıran sigara dumanındaki grilik, ortalığın barut kokulu ürkütücülüğüne karışıyorken, kazanılmış bir meydan savaşının yarattığı akıl almaz hüzün neredeyse zafer sevincini boğacak gibiydi. Binlerce insan cesedinin üzerinden buğulanıp, havadaki ağırlığa ayrı bir yoğunluk katan barut ve taze kan kokusuna bırakarak ayrılırken çınlayan seslerin cehenneminden, Gazi Paşa’nın yanındaki iki kişinin kendi aralarındaki konuşmalardan İzmir’in yakıldığı haberini dağılıyordu ortalığa.Anadolu’nun çocukları varmadan yakmışlardı demek İzmir’i.Türk ordusunun öncü unsurları Yunan askerlerini takip ederlerken, yol üzerinde gördükleri manzaralardan ötürü dehşete düşmekle kalmayıp, öfke ve intikam duygusu ile sert karşılık veriyor, İzmir’i de bir serap misali düşlüyordular.Nihayetinde, İzmir’e ilk giren askerlerin gördüğü manzara insanı dehşete düşürecek kadar korkunç, insanlığa sığmayacak kadar kahrediciydi. İzmir’in farklı yerlerinde başlatılan yangınlar, rüzgarın da etkisi ile binlerce evi yakacak boyutlara gelmiş, durdurulması mümkün olmayan ateş seli halini almıştı.Yangının sebepleri ve çıkaranlar konusunda birkaç farklı şey söylense de, hepsinin doğruluk payı olduğu kanaatiyle, azınlıkların zaman kazanmak amacıyla dikkati başka yöne çekme çabaları, kimi Türklerin katlanılamaz mezalime karşılık amacıyla – Sakallı Nurettin Paşa ‘nın bilgisi olduğu söyleniyor-, kimilerinin de arsa gibi ganimet kapmak amaçlı İzmir yangınına katkı sundukları yadsınamaz tarihi bir gerçektir.İtilaf kuvvetlerinin, Yunanlıların bozgunu hafif atlatması amacına yönelik blöflerine aldırmayan Türk Ordu’su subayı ve eri dahil bütün unsurlarıyla ile birlikte, bir yandan düşmanın takibine, diğer yandan da yangınların söndürülmesine ter dökmüşlerdir.Konu ile ilgili okuduğum hatıratların bir kaçında, üzülerek belirteyim ki, yağmaya gelenlerin de İzmir’e zarar verdiği bilgileri yer almaktadır.Gelelim bu güne.İzmir’in başı yine dertte. Fakat bu defa durum çok farklı. Deprem ve sonuçları ile mücadele ediyor İzmir. Binalar yıkıldı. İnsanlar kaldı yıkıntıların altlarında. Şu günlerde halen sarsılmaz bir umut ve çaba ile arama kurtarma çalışmaları yürütülüyor. Başta İzmir’in büyükşehir ve çevre ilçelerinin belediye emekçileri olmak üzere bütün Türkiye İzmir için seferber olmuş durumda. Oteller, sonuna kadar açık, lokantalar harıl harıl. İbadethaneler dersen yine öyle. İnsanlar ihtiyacından fazlasına tamah etmiyor. Onurlu bir çaba ile insanlığa ders veriyor oradaki bütün insanlar.Eylül 1922’de İzmir’i yakanların, soyguna gelenlerin, ganimete koşanların ruh ikizleri, sayıları az olsa bile bu gün de tarihin karşısına insanlığın yüz karası olarak çıkmışlardır. Kimileri market açmak için kirişleri kesmiş sanık olarak. Kimileri insanı sevebilme cesaretlerini yitirmiş kindarlar olarak. Kimileri de bölücü ve hain olarak. Sonuç, İstiklal Harbimizde olduğu gibi milletimizin pırıl pırıl zaferi olacaktır. Nasırlı elleri ile bir bebeğin umuduna parmak uzatan emekçi kardeşimin gözlerinde bunun müjdesi vardı. Ekranları başında bizlerin göz çukurlarından silmeye kıyamadığımız yaşlar gibi. Demirden çalanlar, betondan çalanlar, işçilikten çalanlar da bir gün anlayacaklar, çaldıkları her şeyin hiçbir işlerine yaramayacağını. Adım gibi biliyorum ki, vicdanını es geçenler ölüme pişman imza atarlar. Cansın İzmir.Abbas Turan
İzmir ne yana düşer usta?