Yaşamak için…

featured
service

Bir bunalımdan geçiyoruz. Ve bu buhran ortamında bedeli ödeyen ne yazık ki yine emekçiler olacak. Çin modeli olarak adlandırılan bu sistem sayesinde aşağı çekilen ücretler ile ucuz iş gücü sağlayarak sermayenin adeta ‘modern köleleri’ haline geliyoruz.

Bir süredir devam eden ekonomik bunalım neticesinde, sermaye sahiplerinin içinde bulunduğu durumdan kazasız, belasız, yara almadan kurtulması gerekiyor. İşçi, çalışan kesim kimin umurunda! TÜİK aracılığıyla gösterilen düşük enflasyon, bunun sonrasında uygulanacak olan ücret zamları…

Hep aynı senaryo! Daha fazla para kazanabilmek için ücretlerin düşürülmesi gerekiyor. Ama bunu yaparken, tereyağından kıl çeker gibi uygulamak gerek…

Ücretler, ödenen para olarak düşürülmez, bu toplumsal ölçekte büyük tepkilere neden olur. Bu nedenle örneğin 2 bin 825 TL olan ücret 2 bin TL’ye düşürülemez.

Ulusal para biriminin gerçek alım değeri, alım gücü düşürülerek, enflasyon örtüsü altında daha önceki değerde çalışana ödeyerek, ancak onun satın aldığı ürünlerin fiyatları artırılarak ücretler aşağı çekilir. Bu nedenle asgari ücrete gelecek zam da bu hikayenin bir parçasıdır. Asgari ücrete gelen zammın ardından da yavaş yavaş ürünlerin fiyatları artırılır.

Kapitalist sistemin bunalımında yükü emekçilerin sırtına kaydırarak çözmek en sık uygulanan yöntemdir. Tabi tüm bunları uygularken uygun altyapıyı da oluşturmanız gerekir. Basına uygulanan baskı, basının ele geçirilmesi, grev hakkının neredeyse elimizden alınmış olması, sendikaların işlevsizleştirilmesi, çoklu baro, muhalefetin ‘zillet’ olması, dış mihraklar gibi algı yönetimi de tıkır tıkır işletilir.

Ve ardından büyüme rakamlarının çılgın büyüsü boy boy sergilenir… Büyüme rakamları ve ekonomik gelişmişlik düzeyi ancak kişi başına düşen gelir dağılımındaki adalet ile topluma katkı sağlayabilir. Cari fazla veren, enflasyonun minimum seviyede olduğu bir ülkede ücret artışının, gerçek bir artış olduğundan bahsedebiliriz. Ama ne yazık ki ülkemizde bundan bahsetmek olanaksız.

Bir ürünü pazarlar gibi, Türkiye’yi ve halkını ucuz iş gücü olarak pazarlamak, bizi üreten ancak ürettiği ürünü satın alamayan bir toplum haline getirecektir. Her ne kadar üretim artsa da üretim araçlarını ve hammaddeyi ithal eden ve tüketime odaklanan bir anlayış ile para yurt dışına aktarılmaya devam eder. Ve bu döngü her bunalım döneminde artarak tekrarlanmaya devam eder.

Daha önce de bir çok kez dile getirdim, geçim derdine düşen bir toplumda toplumsal çürüme hızla ilerler. Okumaktan, araştırmaktan, üretimden uzaklaştırılan bir toplum yozlaşır. Böylesi bir ortamda toplumun bunlara odaklanabilecek bir ortamı bulabileceğini söyleyebilir miyiz?

Yaşamak için çalışan bir toplum, kendisini geliştirecek zamanı hiçbir zaman bulamaz ve bulamayacaktır. Zaten sistemin kilit noktası da burada yatar. Ekonomik özgürlüğü olmayan bir birey asla özgür değildir. Başkaları onun yerine karar verir ve bunun uygulayıcısı olarak hayatına devam eder.

Satın aldığımız tüketim ürünlerinin bize sağladığı sözde ‘özgürlük’ ile teknolojinin ışıltılı dünyasında yaşıyoruz.
Ama gözlerimiz amma da fena kamaşmış, açamıyoruz!

Yaşamak için…