Neye inanalım?

featured
service
Pandemi süreci toplumumuzun ve yöneticilerimizin bir takım özelliklerini yakından görebilmemiz açısından bizlere kimi olanaklar sağladı.Toplumumuzun bir kısmı şu zorlu günleri alaycılıkla karşılarken, hem kuralları uygulamamakta ısrarcı davrandı, hem de hayal gücünü kullanarak hiçbir gerçekçiliği bulunamayacak gerekçeler, nedenler üretti. Toplumu oluşturan bireylerin birbirine olan saygı düzeyini, birlikte yaşayabilme yeteneğini gözler önüne seren yaklaşık bir yıllık zaman dilimi, yalanlarla yönetildiğimizi görme fırsatını da bizlere verdi.Maske takmayan insanların, kurallara uymakta direnen insanların yanı sıra, yöneticilerin de takındığı tavır ve verdiği bilgiler, diğer birçok konu için de bende soru işaretlerine neden oldu. Günlük vaka sayılarının açıklananın üzerinde olduğunu artık bilmeyen yok. Halk sağlığını ilgilendiren böylesi önemli bir konuda hem tedbirler artırılıyor hem de her şeyin yolunda gittiği izlenimi verilmeye çalışılıyor.Bir başka konuda; TÜİK verilerine göre enflasyon ekimde yüzde 2,13 artarken, yıllık bazda yüzde 11,89 oldu. Açıklanan büyüme rakamları da, gelişmekte olduğumuzu ve refah seviyemizin arttığını gösteriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Evime ekmek götüremiyorum” diyen esnafa, ‘O kadarına inanmam’ diyerek yanıt verebiliyor. Yaşayabilmek için temel gıda gereksinimlerine hepimizin ihtiyacı var, market raflarındaki etiketlere mi inanacağız, TÜİK verilerine mi? O kadarına inanmayacak mıyız, yoksa şu süreçte işyerleri kapanan kıraathaneler, çalışamayan servisçiler, müzisyenler gibi meslek guruplarında, geçimini sağlayamayan vatandaşların feryadına mı inanacağız? “İki şeyin esiriyiz; bir hükümet, iki günlük gazeteler” demiş Malcolm Muir. ‘Hangisine inanacağız’ sorusunu soruyorum ancak; İnsan, kendisini ilgilendirmeyen yüzlerce ayrıntıya maruz kaldığı zaman sağlıklı bir değerlendirme yapamaz. Medya dilinde buna “enformasyon yağmuru” denir. Anlık bilgi bombardımanın tesiriyle kanaatler değişebilir. Yorum yapamamak, geçmişi görememek ve bugünü değerlendirememek işte bu sebeptendir.Aslında her şey olduğu gibi ortada duruyor ancak ‘enformasyon yağmuru’ görülmez, anlaşılmaz kılabiliyor. Sosyal medyada bir video dolaşıyor, Kılıçdaroğlu’nun söylediği sözleri yorumladığını düşünen vatandaş, eleştiri yağmuruna tutuyor, ardından spikerin ‘O sözleri Erdoğan söyledi’ uyarısı üzerine; ‘O zaman doğrudur, o her şeyi bilir’ cevabını yapıştırıveriyor.Gerçeklerle mi, algılarla mı yönetiliyoruz? Biden’ın, muhalefete yardımcı olarak ‘Erdoğan’ı yenecek konuma gelmelerini sağlamak’ istediğine yönelik sözleri tartışma konusu olmuştu. Şimdi hazırlanan reform paketleri ile Biden dönemine hazırlık başladı. Hukuk, adalet, ifade özgürlüğü gibi söylemler birden ortaya çıktı. Sert sözler yerini birlikte yönetebilme isteğine bıraktı. Dün söylenen sözler, bugün unutuldu.Vaka sayılarının yanlışlığına değinmem, yöneticilerinin söylemlerine inanmak isterken, ‘Gerçekten doğru mudur?” sorusunu sormamıza neden olabilecek küçük bir örnek aslında. Gerilere gidebiliriz, Çakıcı’nın daha önce Erdoğan’a ve Bahçeli’ye yazdığı tehdit mektuplarını, bugün takınılan tavırları, siyasi ortaklıkların daha önce nasıl şekillendiğini, bugünkü ortakların birbirlerine nasıl da hakaretler yağdırdığını görebiliriz.Taban tabana zıt söylemlerin her birisi nasıl olur da alkışlanabiliyor. Karşımızda öylece tüm gerçekliğiyle duran sahte davranışları, yanlış olduğunu bildiğimiz şeyleri olumlamayı neye bağlayabiliriz. Siyasi fanatikliğe mi, yoksa cehalete mi?Neye inanacağız? İşte bu soruyu sürekli kendimize sormamız ve hafızamızı sürekli yoklamamız gerekiyor. Sorgulama yeteneğimizi geliştirmek zorundayız zira virüsler her yerde.
Neye inanalım?