Son yıllarda, şehirlerin kimliğini yaratan tarihi, mimarisi ve diğer kültürel nitelikleri üzerinde duran kitaplar/yazılar okumaktayım. İnsan bazen kendini derinden etkileyen o kadar ilginç şeyler ile karşılaşıyor ki şaşmamak elde değil.
İstanbul, Paris, Londra veya Bağdat gibi şehirlerin dünya kültüründeki yerleri hakkında bu yazıyı okuyan her canın az ya da çok bilgileri vardır diye düşünüyorum.
İstanbul’suz dünya tarihinin ne dünya siyasetinden, ne ekonomisinden ne de sanatından söz edilebilir. Haydi edilir diyelim, fakat konu eksik olur, güdük kalır.
Şehirlere bu tür kimlik ve niteliğini veren şeyler farklı kalemlerde ele alınsa da, özgünlük, örnek oluş, etki fazlalığı, çığır açıcılık, edebiyat ve sanatta yer tutması gibi sebepler ile de ele alınabilir.
Bu tür şan, bazı şehirler için bir keşifle, bazıları için ünlü birinin doğduğu yer olmasıyla, bazen bir savaş emrinin verildiği yer olduğu sebebiyle, bazen büyük savaşları bitiren barış antlaşmasını yapıldığı şehir olmasından ötürüdür.
Stratejik önemin, mimarinin, inançsal merkez oluşunun yanında turizm açısından ele alınabilecek özellikler de bir şehrin insanlık tarihine, arada bir de olsa sözü edilebilecek şekilde kaydedilmesini sağladığı söylemek abartı olmaz elbette.
Başkent oluşları da şehirlerin mazileriyle birlikte ayrıca nesilden nesile aktarılmasında önemli bir belirleyici. Eskilerden bir çok örnek verilebileceği gibi Berlin, Moskova, Pekin, Tokyo, Ankara, Ottawa gibi birçok şehir için (özellikle Ankara bu anlamda çok yeni olmasına karşın) dünyanın insanlık gidişatını etkileyen şehirlerdendir diye düşünüyorum.
Ankara ile ilgili durum çok daha farklı. İstanbul gibi, dünyayı altıyüz yıl ağırlıklı olarak etkilemiş bir şehrin işgalinden sonra, aynı göreve talip nitelikte tarihi göreve getirilmiş bir şehir. İşgale direnişin simge şehri olmakla başlayan siyasi parıltısı, zamanla Cumhuriyetin seçkin kılmaya çalıştığı geçiş kültürüyle başkalaştı, mimarisini tarihi geçmişiyle harmanlamaya çalışan Cumhuriyet kadroları sonunda özgün bir Ankara meydana getirmeyi başardılar.
Sözü Ankara’ya getirmişken, her gördüğümüzde Kuvayi Milliye ruhunu hissettiğimiz, Ankara’nın mimari kültürü ve tarihi alçısından özel bir öneme sahip Meclis eski binasından söz edeyim istiyorum.
Gazi Paşa’nın Ankara’ya gelişi ve işgalcilerin def edilmesi amacıyla toplanan millet temsilcilerinin, oturacağı, çalışacağı ve dolayısıyla işleri yöneteceği yer olan Meclis binası işi bayağı sorun olmuştu. İttihat ve Terakki’nin Ankara’daki klübü olarak düşünülmüş olan ve işgalin ilk zamanları Fransız askerlerince kullanılan, onlar boşalttıktan sonra, yıkık dökük (hatta yangın geçirmiş) hale gelmiş bu sevimli binayı Gazi Paşa da Millet Meclisi için en uygun bina olarak önermişti. İçinde hiçbir eşya olmadığı gibi, çatısı da yok denecek kadar haraptı. Ankara’nın Kuvayi Milliye ruhunda olan insanlarının yardımı ile halısı kilimi tamamlansa da çatının tamiri hem para gerektiriyor, hem de usta istiyordu. Valiliğin kırık dökük de olsa verdiği sıra ve sandalyelere ek olarak Muallim Mektebi ve Atatürk Lisesi’nin (Taş Mektep) sıra ve sandalyeleri getirildi, kısa sürede belli bir rahatlığa kavuşturuldu. Dünyaya kafa tuttuğu bilinen bu insanların yoksulluk ve onun yarattığı çaresizlik karşısındaki metanetleri, kurtuluşa olan inançları sebebiyle ayakta durduklarını Ankara’lıların dışında çok kimse bilmiyordu. Namı İngiltere’den Amerika’ya, Avrupa’dan Asya’ya birçok yere duyulmuş bu mücadelenin çalışacağı yerin çatısı olmadığı gibi, binbir umutla gelmiş milletvekillerinin yemek yiyeceği lokanta bile yoktu. Hatta, ot yastık ve döşeklerin tedarikinde insanı canından bezdirecek kadar sıkıntılar yaşanıyordu.
Bu işlerde görevlendirilen Bursa Milletvekili Necati Bey’in aman dinlemeden, gece gündüz koşturması ile işler hala yola konmuş, Koçzadelerin en genci olan Vehbi’nin, Ankara’daki evlerin sağlam kiremitlerini, kendi artı kazancını da ekleyerek satın alıp Necati Bey’e teslim etmesiyle, Meclisin çatı işi de kısa sürede tamamlandı. Derme çatma sıra ve kürsüleri tamamdı da, sabahlara kadar sürecek toplantı ortamlarını ısıtacak ve ışıtacak imkanları tedarikte ta baştan beri yaşanan yoksunluklara çare bulmak aşırı çaba gerektiriyordu. Bazı zamanlar milletvekilleri birbirini göremiyor, seslerinden tanıyorlardı.
Nihayetinde şanılı Meclis’in altı yedi odalı binasında, Gazi’nin umut ve cesaret abidesi etrafında, feraset ve en derin samimiyetle birleşmiş, öfkeli, dürüst, millet ve vatan sevgisine dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan insanların, bardak dahi bulamadıkları şu Ankara bozkırını bir milletin umudu haline getirdiklerini alem seyrediyordu. Onurları, namusları ve umutları gibi birkaç şeyleri hariç birçok lükslerinden feragatle işgalcilerle dövüşmeyi göze aldıkları gibi diğer dünya büyüklerine nanik yapan bir avuç yiğit yüreğin bu halini gören,Türk Kurtuluş Savaşı’nı yerinde izlemek üzere Ankara’ya gelmiş bir İngiliz gazetecinin kibrinden midir nedir, anlamakta zorlandığı bu hali, telgraf ile Londra’ya şöyle not etmiştir; “Ankara denilen yer dağlar arasında bir bataklıktır, bu bataklığın içinde bir yığın kurbağa, başlarını havaya kaldırmış, durmadan ötüp durmakta ve dünyaya kafa tutmaktadır”
Boşuna demiyorum, bu devlet, Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın en haklı gerekçeleri ile kurulmuş, dün olduğu gibi bu gün de mazlum milletlerin yolunu aydınlatan parlaklıktadır.
Şehirler tarihin ışıklı alanlarında durmak şansını yakalamış iseler biraz da şık durmalılar.
Hele ki Ankara.
GÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
3 gün önceGÜNDEM
6 gün önceGÜNDEM
28 gün önceEKONOMİ
04 Ekim 2023EKONOMİ
04 Ekim 2023Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.