CHP sözcüsü Öztrak: İktidarı uyardık

featured
service

“Şehirler tepesi boş kalmayacak” sözlerini eleştiren CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “Şehitler tepesi boş kalmayacak” diyerek birileri beceriksizliğine kılıf hazırlayamaz. Hele din, iman ve şehitlik gibi kutsallarımızın arkasına hiç sığınamaz. İktidarı yaklaşan felaket için kaç kez uyardık” dedi.

CHP MYK gerçekleştiği sırada basın toplantısı yapan Öztrak şunları söyledi: Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Gündemimizde tek konu başlığı var. O da İdlib’de yaşanan, Erdoğan’ın ifadesiyle “adı konmamış savaş” ve ona bağlı vahim gelişmeler. Bu sabah Ağrı’da Gürbulak Gümrük Müdürlüğü personelini taşıyan zırhlı servis aracına roketli saldırı düzenlendi. Sözlerime başlarken bu hain saldırıyı lanetliyorum. Saldırıda şehit olan yurttaşımıza Allah’tan rahmet, acılı ailesine ve milletimize baş sağlığı, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.

KIBRIS’TAN BU YANA EN BÜYÜK KAYBIMIZ 27 Şubat 2020, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, çok acı bir gün olarak hatırlanacaktır. O gün havadan yapılan bir kalleş saldırıyla, 34 kahraman Mehmetçiğimiz, analarının 34 kınalı kuzusu İdlib’de şehit düştü. Çok sayıda Mehmetçiğimiz ise yaralandı. Bu, Kıbrıs Savaşı’ndan bu yana, yabancı bir ordunun kalleş saldırısında yaşanan en büyük asker kaybımızdır. Şehitlik, inancımıza göre, peygamberlikten sonra en önemli makamdır. Ancak, göz göre göre gelen bir felakete karşı, önlem alınmaması sonucunda yaşanan bu can kayıpları kabul edilemez. Devlet aklı ve mantığı bu tür felaketleri önlemek için vardır. Bugün gelişmiş ülkeler her türlü teknolojik gelişmeden yararlanıp, orduları en az zayiatla görevlerini yerine getirsin diye askerlerini cephe gerisine alırken, biz 34 yetişmiş Mehmetçiğimizi, vatan evladını göz göre göre şehit verdik.

GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ Bu facianın elbette bir siyasi sorumlusu olmalıdır. “Şehitler tepesi boş kalmayacak” diyerek birileri beceriksizliğine kılıf hazırlayamaz. Hele din, iman ve şehitlik gibi kutsallarımızın arkasına hiç sığınamaz. İktidarı yaklaşan felaket için kaç kez uyardık. “Hava üstünlüğü ve kontrolü sağlanmadan, milletimizin evlatlarını hesapsız, kitapsız Suriye’de dar bir sahaya sürmeyin” dedik. Dinlemediler. Bu elim olaya kadar İdlib’de, çoğu hava saldırılarında olmak üzere, 18 şehit verdik. Son yaşanan felaket birdenbire gelmedi. Tekrarlıyorum, göre göre geldi. Bu saldırıdan hemen önce Putin Erdoğan’ın doğum gününü kutladı. Aynı gün üç askerimiz bir başka hava saldırısında şehit düştü. Daha üç şehidimizin acısını yaşarken, Regaip Kandili’ni kutlamaya hazırlandığımız gün, bu hadise gerçekleşti. 34 baba ocağına ateş düştü.

DOSTUM DİYEREK OLMUYOR Suriye’de Rusya’dan habersiz kuş mu uçuyor? Hayır. Daha bir gün önce Erdoğan’ın doğum gününü kutlayan Putin, yaralı askerlerimizin alınması için, helikopterlerimize Suriye hava sahasını bile açmadı. Yaralılarımız, şehitlerimiz kamyonet kasalarında sınırımıza taşındı. Sarayın, dostu Putin’e diyebildiği tek şey “Sen aradan çekil beni Suriye rejimiyle baş başa bırak” oldu. Umarız dış politikada diğer ülkelerle ilişkilerde, “Dostum Putin”, “Dostum Trump” diyerek dost olunmadığını artık görmüşlerdir.

NEDEN PUTİN’İN AYAĞINA GİDİLİYOR? İsmet Paşa’nın dediği gibi “Büyük devletlerle ilişkiler, ayıyla yatağa girmeye benzer.” Büyük devletlerle ilişkilerde akıllı ve dikkatli olacaksınız. Bu ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’nın yakıcılığından, işte bu devlet aklı korumuştur. Erdoğan 5-6 Mart’ta bir kez daha Moskova’ya Putin’in yanına gitme heyecanı içinde. 34 şehidimiz varken, İstanbul’da yapılacağı söylenen bu toplantı neden Moskova’ya alındı? Neden Putin’in ayağına gidiliyor? Biz bunu merak ediyoruz.

PUTİN’İN GÖZLERİNİN İÇİNE BAK VE SOR Her şeye rağmen, umarız bu defa Erdoğan, sadece Putin’le fotoğraf vermek için bu ziyareti gerçekleştirmez. Erdoğan Milli Savunma Bakanına, ciddi bir dosya hazırlatır. Bu dosyayı koltuğunun altına alır Moskova’ya götürür. Ve Putin’in karşısına oturduğunda, bu dosyayı önüne koyar. Sonra Putin’in gözlerinin içine bakarak, milletimizin merak ettiği şu soruları sorar: “Sayın Putin; birliklerimizin yerlerini Rusya ile koordine etmemize, yerlerini size bildirmemize rağmen, askerlerimizi neden şehit ettiniz?” “Sayın Putin; ilk saldırının ardından Rusya’yı bir kez daha uyarmamıza rağmen, ikinci saldırıyı neden gerçekleştirdiniz?” “Sayın Putin; savaş hukukunda yaralıları taşıyan ambulanslar vurulmaz. Siz yaralı askerlerimizi almaya gelen ambulanslarımızı bile neden vurdunuz?” Milletimiz haklı olarak Rusya’dan ve Putin’den bu soruların cevabını bekliyor.

GENEL BAŞKANIMIZIN ÖNERİLERİNİ ÇALIŞSIN Erdoğan o masadan milletimizin beklediği bu cevapları almadan kalkmamalıdır. En azından bu defa Moskova’ya sadece Putin’le yan yana fotoğraf çektirmek için değil, milletimizin evlatlarının yiten canının hesabını sormak ve başka kayıpları önlemek için gitmelidir. Ve İsmet Paşanın sözlerini bir daha aklından hiç çıkarmamalıdır. Genel Başkanımız 4 Şubat 2020’de İdlib’de derinleşen krizden çıkış için hatırlayacaksınız, saray rejimine 5 maddelik öneri getirmişti. Bu önerilerimiz yerine getirilseydi 27 Şubat’ta yaşanan facia yaşanmayacaktı. Şimdi Sayın Erdoğan’a tavsiyemiz, bu önerilere de Putin’le görüşmeye gitmeden önce iyi bir çalışmasıdır.

DEVLETİN BAŞI DEĞİL HATAY VALİSİ KONUŞTU Bu vahim hadise sonrasında sarayın yaptıkları da acılarımızı artırmıştır. Milletimiz, şehitlerimiz için Cumhurbaşkanından ses beklerken, Erdoğan sessizliğe bürünmüş, her gün üç dört kez işgal ettiği konuşma kürsüsünü Hatay Valisi’ne bırakmıştır. Milletimiz şehitlerimizin sayısını ve yaşananları devletin başından değil, Hatay Valisinden öğrenmiştir. Yine o gece askerlerimizin şehadet haberlerini engellemek için sosyal medyaya karartma uygulanmıştır. Bu da şehit sayıları hakkında spekülasyonların büyümesine, asker ailelerinde ve milletimizde endişeli bir bekleyişe neden olmuştur.

“TBMM OLAĞANÜSTÜ TOPLANSIN” ÇAĞRISI Acı olayın yaşandığı gece, Sayın Genel Başkanımızın çağrısıyla, Merkez Yönetim Kurulumuz acilen toplanmıştır. Sabaha kadar durum değerlendirmesi yapılmış, değerlendirmelerimiz ertesi gün, tam kadro devam etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu hadiseye meclisimizin süratle vaziyet etmesini gerekli gördüğümüz açıklanmıştır. Çünkü anayasamız ordumuzun sorumluluğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermiştir. Analarımız kınalı kuzularını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne emanet etmişlerdir. Bunu biz demiyoruz. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası söylüyor. Anayasamıza göre ordumuzun Başkomutanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi varlığından ayrılamaz. Bu nedenle Sayın Genel Başkanımız TBMM Başkanını arayıp; başsağlığı dileklerini iletmiştir. Bu vesileyle, konuyu görüşmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olağanüstü toplanmasının yerinde olacağını da ifade etmiştir. Bu toplantının hem iç siyaset malzemesi yapılmaması, hem de gizli kalması gereken hususlar olabileceği için kapalı yapılması gerektiğini de belirtmiştir. Olayın olduğu gece aynı çağrıyı kamuoyuna da duyurduk. Ertesi gün de Grup Başkanvekillerimiz olağanüstü kapalı oturum talebimizi TBMM Başkanlığı’na verdi.

CUMHURBAŞKANI GELMELİYDİ, ATANMIŞ BAKAN DEĞİL Anayasamıza göre, milli güvenliğin sağlanmasından ve silahlı kuvvetlerimizin, şanlı ordumuzun yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı, Cumhurbaşkanı sorumludur. Bu nedenle biz, olağanüstü kapalı oturuma atanmış memur bakanların değil, bizzat Cumhurbaşkanı’nın Genel Kurul’a katılmasını ve kendisiyle yaşananları değerlendirmek istedik. Bu, hem milli bir meseleye milli bir duruş sergilenmesi açısından önemliydi, hem de anayasanın emirlerini yerine getirmek bakımından gerekliydi. Ordu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne emanetse, taziye yeri de Türkiye Büyük Millet Meclisiyse, meclise karşı ordumuzun hazırlığından sorumlu seçilmiş makam, yani Cumhurbaşkanı, bizzat gelmeli neden ve nasıl 34 şehit verdiğimizi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne anlatmalıydı. Bu, atanmış bakanlar eliyle baştan savılacak bir husus değildir. Ama durumun aciliyetine ve önemine rağmen bu gerçekleşmedi.

BİR TEK TBMM TOPLANAMADI Konuyu görüşmek için NATO olağanüstü toplandı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olağanüstü toplandı. Anlaşılıyor ki AB Dışişleri Bakanları da olağanüstü toplanacak. Ama şanlı ordumuzun emanet edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi, ne yazık ki olağanüstü toplanamadı. Sorumlu makamdan, yani cumhurbaşkanından, bu olayda ne yapılıp ne yapılmadığını dinleyemedi. Bunu milletimizin dikkatine bir kez daha sunuyoruz.

ENGEL İÇ TÜZÜK DEĞİL, ERDOĞAN TBMM Başkanı iç tüzüğü bahane ederek, anayasanın hükümlerinin gereklerini yerine getirmemiştir. İktidarın Libya’ya asker göndermesi için Meclis’in acilen toplanmasına izin veren iç tüzük, her ne hikmetse, 34 şehit verdiğimizde olağanüstü toplantıya izin vermemiştir. Ama biliyoruz ki TBMM’nin acilen toplanmasını engelleyen iç tüzük falan değildir. TBMM’nin olağanüstü toplanmasını engelleyen, şehit analarına ve milletimize diyecek bir şeyi olmayan, hesap vermekten kaçan Erdoğan’dır.

TBMM BAŞKANI, ANAYASAYI VE İÇ TÜZÜĞÜ ÇİĞNEDİ Erdoğan atanmış bakanını; kendisinin değil yardımcısının imzaladığı bir yazıyla, olağanüstü değil olağan bir oturumda meclise bilgi vermek için göndermeyi tercih etmiştir. Meclis Başkanı da; anayasa ve iç tüzük kendisine inisiyatif tanımamasına rağmen, talebimizi işleme koymamış, anayasa ve iç tüzüğü çiğnemiştir. Bu Meclis’in iç tüzüğü, Saray’ın taleplerine göre mi işletilmektedir? O zaman nerede kuvvetler ayrılığı, nerede hukuk devleti? Bu süreçte TBMM Başkanı da oturduğu koltuğun hakkını verememiştir. Erdoğan’ın Meclis’in iradesine koyduğu ipoteğe, vesayete karşı çıkamamıştır. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hukukunu maalesef koruyamamıştır.

MİLLET AĞLARKEN GÜLÜP EĞLENDİLER Erdoğan TBMM’ye seslenmek yerine olayın üzerinden iki gün geçtikten sonra, Dolmabahçe Sarayı’nın çalışma ofisinde, alelacele düzenlenen bir toplantıyla, şehit cenazelerimizde henüz toprağa verilmeden, partisinin eski ve yeni İstanbul milletvekillerine seslenmeyi tercih etmiştir. Yapılan bu talihsiz toplantı milletimizin acılarını hafifletmek yerine daha da arttırmıştır. Bütün millet büyük bir hüzün içindeyken, herkes, durumun hassasiyetinin gereği, her sözünü tartarak konuşurken, istisnasız tüm muhalefet meseleyi siyaset üstü tutarken, milletimiz, Cumhurbaşkanlığı makamından milli bir duruş beklerken, şehit analarının, şehit eşlerinin ve evlatlarının gözyaşları sel olurken, devleti yönetenler bu toplantıda maalesef gülüp, eğlenmişlerdir. Yetmemiş, bazıları yapılan esprileri, böbürlenmeleri alkışlayacak kadar düşmüştür.

AĞLAMAZSAN BARİ, GÜLMEKTEN UTAN! Bu vicdansızlığı gören insan ister istemez Mehmet Akif’in şu dizelerini hatırlıyor: Irzımızdır çiğnenen, Evladımızdır doğranan, Hey sıkılmaz! Ağlamazsan bari, gülmekten utan! Devlet yönetiminde akıl ve izanın kaybedildiğini çok zamandır biliyorduk. Ama bu son olayla devlet yönetiminde vicdanın, edep ve adabın da yitirildiğine şahit olduk. Milletimiz, vicdansızlığın bu kadarını görünce, “Keşke Hatay valisi konuşmaya devam etseydi” demekten kendini alamamıştır.

ÜLKENİN CUMHURBAŞKANI DEĞİL, PARTİSİNİN GENEL BAŞKANI OLMAYI SEÇTİ Erdoğan daha şehitlerimiz defnedilmeden yaptığı konuşmada, Putin ve Trump ile yaptığı dedikoduları anlatmış, Merkel’den istediği 25 milyon Avrodan bahsetmiş, Gezi demiş, ihracat demiş, turizm demiş, cari fazla demiş, Sayın Genel Başkanımıza “Herkes beni aradı sen neden aramadın” diye atarlanmaya kakmış, hatta, yanlış yola sapacak vekillerini “bedel ödetmekle” tehdit bile etmiştir. Ama şehit analarımıza, 34 şehidimizin şehitler tepesine neden gömüldüğünü izah edememiştir. Biz bu acı hadisenin yaşandığı andan itibaren, şehitlerimiz henüz toprağa verilmemişken, siyaseti bir kenara bıraktık. Milletimizin acısını paylaştık. Ama bir kez daha gördük ki böylesine acı bir olayda bile Erdoğan, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olmayı değil, partisinin Genel Başkanı olmayı tercih etmiştir.

ŞEHİTLER ANALARININ BİR TANESİ, BİRKAÇ TANE(!) DEĞİL Şehitlerimiz henüz toprağa verilmeden siyaset yapmaya başlamıştır. Vurulan Suriye tank, top sayılarıyla, ihracat ve turizm rakamlarıyla, satılan konut sayılarıyla, TÜİK’in hormonlu büyüme rakamlarıyla, zilletin üstünü örtmeye çalışmıştır. Tam bir cahil bezirgan siyaseti izlemiştir. Ne aldım ne verdim? Kaç kez söyledik. Mehmetçiğimizin tek bir tırnağı, İdlib’den, Suriye’den, Libya’dan bin kat daha değerlidir. Ama Erdoğan için şehit sayılarının önemi yoktur. Her biri anasının birtanesi olan şehitlerimiz, Erdoğan’ın gözünde “birkaç taneden” ibarettir.

CAHİL BEZİRGAN SİYASETİ Sadece Erdoğan mı? Cahil bezirgan siyasetinde damatta ondan beter çıkmıştır. Daha şehit haberlerinin sabahında, damat millete ekonomide büyüme masalları anlatan mesajlar atmıştır. Milletin tepkisi büyüyünce de ricat edip, attığı tweetleri silmiştir. Damat milletin acısını görmezden gelip “şöyle şahlandık, böyle kanatlandık” tweetleri atarken; biz eriyip giden milli geliri, milletçe acımıza hürmeten dillendirmekten kaçındık. Oysa 2008’de 777 milyar dolar olan milli gelir, 2019’da 754 milyar dolara düşmüş. Bunu söyleyen yok. Gelirimiz 11 yıl öncesinin milli gelirinin bile altına inmiş. İşte bu iktidarın marifeti. Damadın kankası olan TÜİK Başkanın tüm makyajlarına rağmen, ekonomiyi borçla, milletin TCMB’deki kefen paralarıyla şişirme gayretlerine rağmen, büyüme yüzde birin altında kalmış buna da bayrak ediyorlar. Yine 2007’de 9 bin 656 dolar olan kişi başına düşen gelir, 2019’da 9 bin 127 dolara gerilemiş. 12 yıl önceki kişi başına gelir, bugün mumla aranır hale gelmiş. Ama bir bayram havası var. Biz bunları şehitlerimize duyduğumuz saygının gereği o gün dile getirmedik. Cenazelerimiz kalkmadan bunları konuşmayı zül addettik. 34 şehit haberini aldığımız gün, mızıkçı saray yönetiminin talimatıyla, İçişleri Bakanı hukuksuz bir şekilde, Yalova Belediye Başkanımıza görevden el çektirdi. Hem de Başkanımız, belediyede yaşanan kanunsuzluğu ortaya çıkarıp şikayetçi olmasına rağmen. Şehitlerimiz var diye bu konuyu da gündemde tutmayı erteledik.

BUNLARIN KONUŞULACAĞI GÜN ELBET GELECEK Bunların konuşulacağı zaman elbette gelecek. Ancak karşımızdaki bezirgan siyaset anlayışı her şeyi parayla pulla, ne aldım ne verdimle ölçüp biçmeyi o kadar çok seviyor ki, “Allah bunları ıslah etsin” demekten başka bir şeyde elimizden gelmiyor. Ama yine soruyoruz: Bu mudur devlet vicdanı? Bu mudur devlet adabı? Bu mudur devlet adamlığı? Ne ayıbı biliyorlar, ne günahı biliyorlar, ne de utanmayı biliyorlar. Onların adına da bizler utanıyoruz. Onların adına da bizler üzülüyoruz.

VİCDAN İNSANIN KIBLESİDİR Bizim siyaset anlayışımız “insanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesi üzerine inşa edilmiştir. Partimizi ve cumhuriyetimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” sözü bizim her zaman düsturumuz olmuştur. Hayatı cephelerde geçmiş komutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri, devleti yöneten herkesin kulağına küpe olmalıdır: “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım.” Vicdan insanın kıblesidir. Ve özellikle devleti yönetenler vicdanlarını kaybetmemelidirler. Ama bugün devlet aklını da vicdanını da kaybetmiş bir yönetim var.

SUUDİ KRALI’NA SEVDA TEPESİ, MİLLETİN ÇOCUĞUNA ŞEHİTLER TEPESİ Erdoğan; sosyetesiyle beraber Beştepe’ye yerleşirken, Suudi Kralı’na Sevda Tepesi’ni tahsis ederken, damadı Kanal İstanbul manzaralı tepede arsa kapatırken, yandaşları memleketin kupon arazilerine çökerlerken, milletin çocuklarına vadede ede şehitler tepesini vadediyor. Biz bu adaletsizliği ve vicdansızlığı toptan reddediyoruz. Senin görevin şehitler tepesini doldurmak değil, evlatlarımız şehit olmasın diye her türlü tedbiri almak. Dünyadaki bütün devletler bunu yapıyor. Diplomasiyle, ekonomiyle, teknolojiyle ordusunu destekleyerek, askerinin tırnağına taş değmesin diye uğraşıyor. Millet ittifakının iktidarında: Devlet aklıyla, devlet adap ve edebiyle, devlet vicdanıyla bu milletin evlatları, şehit olmasın diye her türlü gayreti sarf edileceğiz. Anaların babaların, yavukluların ve evlatların gözyaşı akmasın diye gereken her şeyi yapacağız.

ELBİSE DİKİŞ TUTMUYOR Ensar-muhacir edebiyatıyla bir insanlık faciasına milletin 40 milyar dolardan daha fazla parasını harcadılar. Şimdi sıkışınca “Bu kadar mülteciye bakmak, beslemek zorunda değiliz” deyiveriyorlar. Avrupa’ya geçiş kapılarını açıyorlar. Şimdi Yunanistan’ın sınırda bu insanlara yaptığı zulüm asla kabul edilebilir gibi değil. Daha işin başında bu gömleğin düğmesi yanlış iliklendi. Şimdi elbise dikiş tutmuyor. Erdoğan işin başında; Emevi Camii’nde namaz kılma hevesine kapılıp tek başına hareket etmeseydi, BM’yi göreve çağırıp onunla birlikte hareket etseydi, kapıları açmayıp, sınırlarımıza hâkim olsaydı, bölgenin barıştan yana ağabeyi rolünden vazgeçip, mahallenin kavgacı çocuklarının arasına katılmasaydı, bugün bunca sıkıntıyı yaşamazdık.

ENSAR-MUHACİR DERKEN DÜŞÜNECEKTİNİZ Sahile vuran Aylan bebeğin fotoğrafı tüm dünyayı sarsmıştı. Erdoğan’da o fotoğrafları Avrupa’ya karşı bol bol kullandı. Peki şimdi kameralar karşısında botlara doldurulan mülteci bebeklerden biri, tıpkı Aylan bebek gibi suda boğulursa; bunun vicdani sorumluluğunu nasıl taşıyacağız? Avrupalıların ikiyüzlülüğü tartışılamaz. Hep övündükleri o büyük diplomatları nerede? BM Genel Sekreteri neden Hatay’da değil, neden İdlib’de değil? AB Dış İlişkiler Konseyi neden ancak bugün olağanüstü toplanıyor? İnsanlık burada yaşanan drama neden sessiz? Türkiye’nin bu meselede yalnız bırakıldığı açık. Ama ensar-muhacir derken bu işlerin buraya geleceğini düşünecektiniz. 40 milyar dolar harcadık, bir 40 milyar dolar daha harcarız derken bunları akıl edecektiniz. Suriyelileri ülkelerine göndermenin en kestirme yolu, Suriye’de savaşın bitmesinden geçmektedir. Bunu hep söyledik bir kere daha söylüyoruz. Bütün dünya bu konuda seferber edilmelidir. Savaş uzadıkça bu mesele kangren haline gelmektedir.

ERDOĞAN’A MÜTEŞEKKİR OLANLAR Erdoğan’ın şu anki Suriye politikasına iki kesim müteşekkirdir: Biri insan kaçakçıları; bizim yasalarımıza göre insan kaçakçılığı suç mu? Suç. Ama insan kaçakçıları ekranlarda Erdoğan’a teşekkür ettiler. İkinci müteşekkir kesim ise emperyal güçler, PKK’nın uzantısı YPG ve İdlib’de saklanan IŞİD’çiler: Çünkü bugün İdlib’de yaşananlar Suriye’nin bölünüp, parçalanmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Ne diyelim: Allah milletimize yaklaşan seçim sandığına kadar sabır ihsan eylesin.

BU CEVAPLARI ALMADAN MASADAN KALKMAYIN Bir kere daha tekrarlıyorum sözlerimi bitirmeden. Sayın Erdoğan Moskova’ya gittiğinizde Putin’e şu üç soruyu sormayı unutmayın. Bu Trump’ın hakaretlerle dolu mektubunu mahcup bir şekilde masanın kenarına iliştirmenize benzemesin. Putin’in gözlerinin içine bakarak sorun: “Askerlerimizi neden şehit ettiniz?” “İlk saldırıdan sonra sizi uyarmamıza rağmen, saldırıya neden devam ettiniz?” “Yaralılarımızı almaya gelen ambulanslara neden ateş açtınız?” Sayın Erdoğan bu soruların cevabını almadan masadan kalkmayın. Moskova uçağında seyahat edecek gazetecilere de Putin’in bu sorulara ne cevap verdiğini, Erdoğan’a sorabiliyorlarsa sorsunlar. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim.

Soru- Efendim üç sorum olacaktı. İlki, konuşmanızda değindiniz ama şehitler tepesiyle ilgili. Sayın Cumhurbaşkanının da toplantınızdan önce bir açıklaması oldu, “Şehitler tepesi boş değildir, boş kalmayacak.” Sayın Genel Başkana yönelik, (Atatürk’ün Çanakkale’deki ‘Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum’ sözlerini hatırlatarak) eleştirileri vardı. Öncelikle bunları nasıl değerlendirirsiniz? Faik ÖZTRAK- Bir kere Sayın Erdoğan bu, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerinin hangi koşullarda söylendiğinin bile farkında değildir. Burada sözkonusu olan vatandır. Vatan sözkonusu olduğu zaman bu vatanı korumak için herkes elinden gelen her şeyi yapacaktır. Ama burada bir şeyi söyleyeyim, şehitler tepesi edebiyatının arkasına sığınarak, kutsalları ön plana çıkararak 34 tane şehidimizin hesabını vermekten kimse kaç

CHP sözcüsü Öztrak: İktidarı uyardık